Kaynak : Kültür Bakanlığı, Tatar Halk Edebiyatı, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi
Türk kavminin tarihini Türk sözü tarihiyle karıştırıp, Türklerin Türk sözünün yazılı kaynaklarda geçtiği Altay, Orta Asya topraklarında teşekkül ettiğini ispat etmeye çalışırlar. Yani Türkler başka yerlere, işte buradan yayılıp gitmişlerdir. Böyle düşünmek Eurocentrizm teorisi mensuplarına çok uygun gelmiştir. Buna göre, Batı Avrupa ve Rus âlimleri tarafından meydana getirilen ve bizde de kabul edilen resmî tarih biliminin tasvip ettiği üzere, Avrupa'da önceleri Türkçe konuşan halklar hiç olmamıştır ve ilk Türkler buraya, ancak IV. asırda Hun (Gun, Son) adıyla gelmişlermiş. İşte buradan "halkların büyük göçü" diye şöhret bulmuş "göç" başlıyor yani.
Bu "büyük göç" teorisini âlimler XIX. asırda ancak teşekkül ettirirler. Onlar, Roma İmparatorluğu'nun koloni siyasetine karşı IV-VII. asırlarda mücadele etmiş ve yeni yerler almaya çalışan Cermen kabilelerinin hareketini, Cermen ve Romen kabilelerinin koloni siyasetine karış savaşan Türk (Hun ve Alan) kabilelerinin savaşçılar hareketini "büyük göç" diye adlandırırlar.
Aslında halk göçmez: Cermen kabileleri de Türk kabileleri de kendi yerinde kalır, savaşçıları ve onlara hizmet edenler galibiyetle beraber ileri doğru gider, yani "göçer". Tarih bilimi için bir aksiyoma dönen bu "büyük göç" teorisinin olağanüstü sübjektifliği şuradan da görünür ki, Roma İmparatorluğu pek çok yeri istila ettiğinde "göç eden" savaşçıları ve onlara hizmet edenler "büyük göç" teşkil etmemiştir, ancak onlara karşı istiklâl mücadelesine girişenler "büyük göç" meydana getirmişlerdir. Büyük şaşırtmaya dönen bu "büyük göç" teorisinin hayatiyetinin bir sırrı da şuradadır: O, Türklerin Avrupa'ya sadece yabancı olarak, daha sonra geldiklerini ispatlamak için hizmet eder.
Resmî tarih "halkların büyük göçüne" kadar Doğu Avrupa'da, Batı Sibirya'da, Kazakistan'da, Orta Asya'da, Küçük Asya'da ve Kafkasya'da Hint Avrupa halklarından Kimmer, Skif, Sarmat, ve Alan adlarıyla İran-dillilere yaşamışlar, Türklerse Moğollardan ayrılmamış halde sadece Altay dağları civarında bulunmuşlar, demektedir. Türk, Moğol, Mançu, Kore ve Japon dillerini bir dil diye düşünüp onu Altay dili adlandırmak da bundan gelmektedir.
Güya Türk dili bu Altay birliğinden ancak MÖ. 1. binde ayrılmış ve burada Hun adıyla imparatorluk kurmuş, daha sonra da Türk adı da burada meydana gelmiştir. IV. asırda Hunlar Gunn adıyla Doğu Avrupa'ya, XI. asırda Türkler Kafkasya'ya ve Küçük Asya'ya gelmişlerdir.
Peki, bugünkü resmî tarihte aksiyom haline gelen bu fikri nasıl yerleştirmişlerdir?
Kadim Asur, Grek, Roma tarihçilerinin yazdığına göre, Doğu Avrupa'da, Batı Sibirya'da (hatta Güney Sibirya'da da, Türklerin doğduğu düşünülen yerlerde), Kazakistan'da, Orta ve Küçük Asya'da, Kafkasya'da, MÖ. IX-IV. asırlarda Skifler ve Savromatlar; MÖ. III. İle "Mecâlisü'n-Nefâis". IV. asırlarda Sarmatlar yaşamışlardır. Eski tarihçiler bu kavim adlarının umumî olduğunu gösterip Skif-Sarmatlar çok dilde konuşmuşlardır diye açıkça söyleseler de bugünkü resmî tarih Skif-Sarmatları sadece İran dilli (daha dar manada Osetin dilli) diye ispatlamaya çalışıyor. (Sadece Türk âlimlerinin yazdığı tarih biliminde Skif-Sarmatları Türkler diye göstermek var, fakat ispatlama yok. Seferoğlu, Müderrisoğlu, 1986,11-28; Kafesoğlu, 1992, 106; Kurat, 1992, 176. Vs) İşte bu yolla, bu uçsuz bucaksız yerlerde eski devirde başka halklar bulunmamış, sadece Osetinler yaşamış şeklindeki "aksiyom" meydana gelir.
Bu görüşün doğruluğu için, Hint-Avrupa dilcileri, Skif-Sarmatlardan kalan sözleri sadece İran dilleri yardımıyla açıklamak üzere azap çekiyorlar. Bu sözlere etimolojik tahlil vermek için başka dilleri, daha ziyade de Türk dillerini yakın dahi getirmemeye çalışıyorlar. Kendilerinden evvel yapılmış Skif-Türk araştırmalarını da tanımamaya çalışıyorlar.
Linguistlerin Skif-Osetin teorisine Hint-Avrupa tarihçileri gönülden katılmışlardır; çünkü, bu Hint Avrupa halklarının ana yurdunu pek geniş olarak göstermeye imkan vermiştir. Dil bilginlerinin Skif Osetin birleştirmelerine tarihçiler yeni deliller katmakta telaş ediyorlar. Arkeologlar ise dilcilere ve tarihçilere inanıp Skif ve Sarmet devrindeki ve topraklarındaki arkeolojik kültürleri İran dilli Osetinlere bağlamışlardır. En tuhafı da şu ki, SkifOsetin teorisini daha da sağlamlaştırmak isteyen tarihçiler, dilciler ilave delil olarak arkeoloji malzemesine dayanırlar. Böylece bir fasit daire oluşur. Bundan da ilmî görüş beklemek saflık olurdu.