top of page

TARİH 1 - 1932 -Mf. V. - TTT 

II - Büyük Türk Tarih ve Medeniyetine Umumi Bir Bakış

II - BÜYÜK TÜRK TARİHİ VE MEDENİYETİNE UMUMİ BİR BAKIŞ

MİLATTAN EVEL XIII ÜNCÜ ASIRDAN SORA KURULAN TÜRK DEVLETLERİ


Türkler, milattan çok zaman evelki devirlerde Ortaasyadan yayılarak gittikleri muhtelif yerlerde devletler ve medeniyetler kurdukları gibi bunlardan Asyada Anayurtta kalanlar da biribiri ardınca birçok devletler ve medeniyetler kurmuşlardır. Bunlardan tarihçe malum olan bellibaşlıları şunlardır :
1 . Ortaasyada Türk - Hun İmparatorluğu.
2 . Volga - Tuna arasında İskit İmparatorluğu.
3. Ural ve Volga nehirleri arasın da Garbi Hun Devleti.
4. Avrupa Türk - Hun İmparatorluğu ve Avrupada Avar İmparatorluğu.
5. Garbi Türkistan ve Şimali Efganistanda Akhunlar Devleti.
6. Ortaasyada Gök Türk İmparatorluğu Tukyu ve Kutluk Devleti.
7 . Karadeniz şimalinde Hazar, Bulgar ve başka isimlerde Türk Devletleri.
8. Gök Türk İmparatorluğundan sora, Ortaasyada muhtelif isimlerde Türk Devletleri.
9. Aral Gölü cenubunda Samanoğulları Devleti.
1 0. Aral Gölünden Hindistana kadar uzanan sahada Gazneliler Devleti.
1 1 . Sir nehri şarkında Karahanlılar ve Kara Hatalar Devleti.
1 2. İran, Mezopotamya, Anadolu ve Suriye sahalarında Selçuklar Devleti.
1 3 . Harzem kıt'asında ve bütün İranda Harzemşahlar (Harizm) Devleti.
14. Payitahtı Semerkant olan Büyük Timur İmparatorluğu.
15. Hindistanda Babür İmparatorluğu.
1 6. Asya, Avrupa ve Afrikada Türk - Osmanlı İmparatorluğu.
1 7. Türkiye Cümhuriyeti .
Bu Türk devletlerinin herbirinin siyasi tarihinden ve medeniyetlerinden sırası gel dikçe bahsolunacaktır.

Türklerin şimdiye kadar en eyi tarzda teşkil ettikleri devlet, Türkiye Cümhuriyetidir.

Büyük harpten mağlup çıkan Osmanlı İmparatorluğu inhilal edince o İmparatorluğu kurmuş olan Türkler, Milli Reis Mustafa Kemalin etrafında toplandılar ve Türk vatanının yarısından fazlasını işgal eden kuvvetli ve galip düşmanları Gazinin kumandasında bulunan ordularile vatan toprağından kovdular.

Bu 'Milli İstiklal Mücadelesi'nde düşmanlarla birleşen Osmanlı hanedanının son padişahı düşman memleketine kaçtı. Osmanlı saltanatı, Türk Milleti tarafından kaldırıldı. Mustafa Kemalin ve ona inanan Türk Milletinin fedakarlık ve bahadırlığı önünde, cihan harbinden muzaffer çıkan dünyanın
en kuvvetli devletleri, türk istiklalini, Lozan Sulhu (24 Temmuz 1923) ile kabule mecbur oldular.

Bu büyük zaferden sora, mücadele esnasında ' Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumet' namını taşıyan Milli Türk Devleti, hakiki ismini aldı : ' Türkiye Cümhuriyeti' ilan olundu (29 Teşrinievel 1 9 2 3) ve Milli Türk Kahramanı Gazi Mustafa Kemal Cümhuriyetin ilk Reisi intihap edildi. Ankara, Cumhuriyetin merkezi oldu.

Türk Cümhuriyeti; milliyetçi, halkçı ve laik esaslar üzerine kuruldu.


 

TÜRKLERDE YAZI

Yazı değişmesi milletler için bir medeni ve tarihi istihale mebdeini ifade eder. Yazı tarihtenevelki devirlerde Türkler tarafından icat edilip dünyaya yayılmıştır.
 

Türklerin ilk icat ettikleri yazının bir nevi hiyeroglife benzediği anlaşılıyor. Her halde Dicle, Fırat havzasına yazıyı getiren SÜMERLER  olmuştur.

Türkler Asyada bundan sora da türlü devirlerde türlü yazı usulleri icat etmişlerdir. Türk dehası mahsulü olan yazının tarihçe en yakın zamana ait şekli Orhon – Yenisey yazıları adı ile malumdur.
 

Bu yazı Yenisey ve Orhon ırmakları havalisinde bulunmuş eski Türk kitabelerinin yazısıdır. Bu esk Türk yazısı otuz sekiz işaretten ibarettir. Bunlardan dördü sesli harflerdir.
 

VII inci asırdan sora tarihi sebepler neticesinde Türkler arasına başka bir yazı usulü intişar etti: Uygur Yazısı. Çin Türkelinde bulunmuş, İslamiyetten evelki devre ait Uygurca eserler ve islamyet devrinde yazılmış Kutadgu Bilik gibi kitaplar bu yazı ile yazılmıştır.
 

İslamiyetin intişarile, Türkler arasında X uncu asırdan itibaren, Arap harfleri yayılmağa başladı. Fakat Arap harflerinin intişarı Uygur harflerinin istimalini durdurmadı. 

 

Muhtelif Türk zümreleri arasında Uygur harflerinin istimali XIV üncü asrın sonlarına kadar devam etti.
 

1928 e kadar bütün Türkler arasında kullanılan Arap harfleri Türk diline hiç uygun olmıyan yazı sistemi idi. Kuvvetli sadalarla dolu Türk dili sada alametleri pek az olan bu Arap yazı sistemi içinde esir gibi idi.
 

Bu Arap alfabesi dünyanın en muğlak alfabelerinden biridir.

1928 de, arap harfleri yerine Latin alfabesini Türk diline uygun bir şekle sokmak suretile yeni bir Türk alfabesi  icat olundu.

ESKİ TÜRKLERİN HUKUKUNA UMUMİ BİR BAKIŞ 

Ortaasya Türkleri, tarihi devirlerin bidayetlerinde sağlam hukuki esaslara istinat eden camialar teşkil etmişlerdi.
 

NİKAH VE AİLE HUKUKU

Türklerde nikaha müstenit aile sistemi tarihtenevelki devirlerde teessüs etmiştir. Nikah, merasimle icra olunan bir mühim mukavele telakki olunurdu. Nikah için ana ve babanın rızası şart idi. Güveyin, gelinin velilerine bir miktar mal vermesi adet idi. Eski Türkler bu güvey tarafından verilen mala kalıng diyorlardı. Kalıng ekseriya at ve koyunlardan ibaret olurdu. Kadın, ailenin hukuk sahibi bir azası sayılırdı.


Kocasının vefatı takdirinde kadının veraset ve çocuklar üzerinde velayet hakkı vardı. (Orhon kitabelerine göre Kutluk Hanın vefatından sora oğullarının velisi anaları Bilge Hatun  olmuştur.)

 

Türklerin medeni hukuk esaslarından birini ayrıca zikretmek lazımdır. Türklerde hayatta kalan biraderlerin vefat eden biraderlerin zevcelerile evlenmesi bir içtimai vazife telakki olunurdu. Bu adet zamanımıza kadar Türk zümreleri arasında yaşanmıştır.

 

MÜLKİYET

Türklerde mülkiyet müessesesi tarihtenevelki devirlerde doğmuştur. Tarihi devirde Türklerde mülkiyet mefhumu yerleşmiş olduğunu görüyoruz. Mesela her Hunun kendine mahsus bir arazisi vardı. Türklerin hayvanlara vurdukları damgalar mülkiyet alameti idi.

 

 

Türklerde mülkiyet münasebetile yapılan mukaveleler pek eskiden malum idi. Türkler mukavele mefhumunu ifade için türlü kelimeler kullanırlardı. Mukavele, merasimle yapılan vicdani bir taahhüt sayılırdı. Buna, Ant diyorlardı. Umumiyetle mukavelenin ismi bıçgas idi. Hükümdarlar arasındaki muahedeye Baçıg deniliyordu.

DEVLET TEŞKİLATI

Türkler devlete El, hakimiyete Kut diyorlardı. Türk telakkisinde devlet: Gayesi asayiş ve adalet olan bir nafiz hakimiyete itaat eden müstakil ve müteşekkil bir camia demektir. El başında Han bulunurdu. Han eski Türklerin telakkisinde bir hükümdar olmaktan ziyade bir yüksek memurdur. Han, eli türelere uygun bir surette idare etmekle mükelleftir. Türe, sarih veyahut zımni surette, millet tarafından kabul olunmuş hayat kaidelerinden ibarettir. Türeler üç yolla vücuda gelmiş kaidelerdir: a) Örf şeklinde tedricen teessüs etmiş kaideler, b) Hanların millet tarafından kabul olunmuş buyrukları, c) Halk içtimalarında ittihaz olunmuş kararlar.

 

 

Eski Türkler halka büdün  diyorlar. Türkelinde halkın devlet idaresinde rolü vardır. Her devirde Türk camialarında muhtelif mahiyette halk içtimaları yapıldığını görüyoruz. Mühim meseleler bu büdün içtimalarında hallolunurdu. Silah taşımağa muktedir olan herkes umumi halk içtimalarına iştirak etmek hakkını haizdi. Bu halk içtimalarına kurultay ismi verilirdi. Handan başka devlet idaresinde ona yardım eden memurlar da vardı. Bunlar beylerdir. Beyler türlü sınıflara bölünmüştü. 

CEZA USULLERİ 

Türk devletleri kuvvetli bir disipline müstenit devletler idi.

Bu inzibat makul ceza kanunları sayesinde temin olunurdu. Hunlar devrinde cürümler; ağır cürümler, hafif cürümler diye ikiye ayrılmıştı. Ağır suçların cezası idam idi. Hunlarda muhakeme usulü gayet seri idi. Hiçbir maznun on günden fazla mevkuf kalmazdı. Onun için Hun hapishanelerinde mahpus az bulunurdu. Şarki Hun devrinde ceza hakkı devlete munhasır bir hakkolmuştu. Türklerde çoktanberi hususi intikam usulü zail olmuştu.

 

Cürümlerin bu şekilde ikiye ayrılmasını Gök Türkler devrinde de görüyoruz. Bu devirde ağır cürümlerden olarak vatana hıyanet katil, başkasının zevcesile gayrimeşru münasebet gösterilmiştir. Eski Kırgızlara ait vesikalarda ağır cürümler arasında harpte gevşeklik göstermek, elçilik vazifesini ifada kusur, salahiyetli olmaksızın hükümet işlerine karışmak ve eşkıyalık sayılmıştır.

 

Bu ceza kanunlarında eski Türklerin devlet dahilinde inzıbatı temin meselesine büyük bir ehemniyet atfettiklerini görüyoruz. 
 

HUKUKU DUVEL

Türklerin hukuku düvele ait telakkileri de çok münkeşifti. Hun, Gök Türk ve Uygur hanları tarafından Çin, İran ve Bizans hükümdarlarına yazılmış mektuplar sayesinde Türklerin beynelminel münasebetleri, hakkındaki telakkini tespit etmek mümkün olmuştur. Eski Türklerin telakkisine göre milletler arasındaki münasebetler muahedelere istinat eder. Muahedelere riayet bir ahlaki ve hukuki borçtur; muahedeleri bozmak bir cezayı istilzam eden cürümdür. Komşu devletler arasında münasebette esas sulhtür. Harp daima bir muahedenin bozulmasından doğan hadisesidir. Devletler arasında fikir mübadelesi elçiler vasıtasile temin olunur. Elçilerin şahsiyeti masundur. Bu esas eski Türklerde elçiye ölüm yok vecizesile ifade olunmuştur.
 

DEVLET TEŞKİLATINDA ESAS

Türklerin devlet teşkilatı kuvvetli bir merkezi hakimiyet ile halkçılık esasını telif fikrine istinat ediyor. Handan başlayıp bir nefere kadar bütün Türklerde türeye riayet duygusu hakim idi. Türkün hanı ermemesini, halk ve asker de itaat etmesini bilirdi. Her Türk için hayatta kılavuzluk eden türe idi. Türk ırkının ruhi hasletlerinden biri türeciliktir. Bu sayededir ki Türkellerinde her zaman inzıbat, emniyet ve asayiş hakim olmuştur.

Türk ırkını cihan tarihinde devletçi, idareci, inzibatçı bir ırk olarak tanıtan, Türklerin yeryüzünün türlü kısımlarında pek çok devletler tesis edip türlü milletleri asayiş  içinde idare edebilmelerini temin eden amil, Türklerin bu çok sağlam amme hukuku esasları olmuştur. 

 

ESKİ TÜRKLERDE DİN


DİN HAKKINDA MÜTELEA

Din, içtimaiş bir müessesedir. Her içtimai müessese gibi din de ait olduğu kavmin fikri ve bedeni tekamüllerile hemahenk olarak inkişaf etmiştir. Demek ki bir kavmin geçirdiği dini safhaları araştırmak suretile o kavmin medeniyetteki kıdemini içtimai tekamülün merhalelerini az çok takdir etmek imkanı vardır. Şu halde bir kavmin, harici tesirden azade olarak, tabii bir cereyanlar geçirdiği dini safhaların mütekamil şekilleri ne kadar eski ise, o kavmin medeniyeti, içtimai tekamülü de o nispette kadim demektir. 

 

BU NOKTADAN TÜRKLERİN KIDEMİ

Yaşadıkları dini devirler bu noktai nazardan tetkik edildiği zaman Türklerin en iptidai şekillerden mütekamil safhalara yükseldikleri ve eski milletlerin hepsinden kıdemli oldukları tebeyyün etmektedir.

1.       Totemcilik:  Tarihi devirlere intikal edebilen milli efsaneler, dini ayinlerde kırıntıları görülen bazı telakkiler, Türklerin pek eski zamanlarda bir nevi totemcilik devri yaşamış olduklarını göstermektedir. Bu devirlerde Türklerin içtimai teşekkülleri de totemcilik ile ahenkdar olan klan esasına müstenit bulunuyordu. En eski Türk efsanelerinde klan teşkilatile totem dininin bariz izleri pek güzel seçilmektedir.


Gök Türklerin kurttan inmiş oldukları hakkındaki efsane ile Uygur ve Oğuz efsanelerinde totem dininin pek eski devirlere ait hatıraları yaşamaktadır. Gök Türk efsanelerinde totem (ungun) kurt, Uygur efsanelerinde ise huşağacıdır. (1) Totem dinine merbut olan kavimler nazarında totem mübarek ve mukaddestir. Totem dininde totemi kıtlık ve saire gibi zaruretler haricinde öldürmek, etini yeme memnudur.

 

İçtimai ilk teşekkül olan klan fiziyolojik menşee istinat etmeksizin yekdiğerini akraba telakki eden bir zümre idi. Bu karabeti zümreye tanıttıran, bir toteme itikat etmeleridir. İçtimai tekemmül neticesinde klan yerine boy  hakim oldu. İçtimai tekemmül ile hemahenk olan dini telakki de ayni suretle değişerek totemcilikte mevkiini animizme bıraktı.

2.       Animizm : Animizm devri, fikrin, rüya ve ölüm gibi insanı yakından alakadar eden vak’alara sebep arayacak derecede inkişafile başladı. Bu seneni araştıran iptidai insanlar kendilerinde cesetten başka bir varlık, bir eş bulunduğunu tahayyül ettiler. Can çekişen bir adamda hayatın söndüğünü bildiren alametin son nefes olması, onları bu varlığın soluk nev’inden bir şey ruh  olduğunu kabule sevketti. Rüya hadisesi ise bu varlığın yani ruhun cesedi muvakkaten terk ederek istediği yerlerde dolaşabileceği zannını verdiğinden bu eş, hayalet gibi bir şey telakki edildi. İnsanlar bir defa kendilerinde cesetten ayrı böyle bir varlık kabul edince bunu tedricen hayvanlara, nebatlara, ağaçlara, dağlara da teşmil ederek onlara da birere ruh istinat ettiler. İşte bu kanaat yerleştikten soradır ki atalara ibadet  dini başladı.


Her soyda biri büyük atanın, diğeri büyük ananın ruhu olmak üzere iki man mevcut olduğundan soy fertleri baba-ata  ruhu ile ana-ata  ruhunu takdis ettiler. Onlar namına yanan soy olduğunu söndürmemeğe çalıştılar.

 

Hunlar senede bir defa toplanış yaparak atalarının ruhuna, göğe ve yere kurban keserlerdi. Gök Türk asılzadeleri de her sene atalarının gömüldükleri yerleri ziyaretle ruhlarına kurban keserlerdi.

3.       Yer Naturalizmi : Türklerde, boyların ittihadile büyük kabileler teşekkül ettikten sora bidayette ecdada pereştiş mahiyetinde olan animizm de tekamül ederek mevkiini  yer natüralizmi ne bıraktı. Fakat, totemizm gibi bu da büsbütün kaybolmadı. İzleri bazı ayin ve ibadetlerde yaşamakta devam etti. Natürizm devri, ecdadın ruhları yerine bunların mukaddes makamları olan dağlar, büyük ırmaklar, büyük ormanlar ve ağaçlar ikamesile başladı. Bu suretle  yer – su  denilen yeryüzü mabutları doğdu.
 

Hunlar, sonbaharda atlar semizlediği zaman bunları çayırların ve hububatın hamisi olan mabutlara kurban ederlerdi. Kurbanlar hususi merasimle ormanın etrafı devredildikten sora kesilirdi.

 

Ayni dinin merasim Gök Türklerde de vardı. Bunlar da yer sulara kurban kestikleri gibi baba – ata addettikleri Bozkurt namına da senede bir defa dini merasim yaparlardı.

 

Orhon Kitabelerinde görülen yer-sular, yer natürizmi devrinin mabutlarıdır. Yer naturizmi devrinde merkezin ve dört cihetin yer – suları olduğu gibi muhtelif kabilelerin de kendi yurtlarına mahsus birer hususi mabutları vardı.

 

Türkler bu devirde ağaç, ateş, demir ve su  gibi unusurlara karşı bir tazim hissi besliyor, bunlara kutsi bir mahiyet atfediyorlardı.

4.       Gök Naturizmi : Türklerin kabile halinden millet şekline yükseldiği zamandan itibaren yer naturizmi yerini gök naturizmine bıraktı. Güneş, Ay mabut tanındı yer naturizmi Hun Devlerinin zuhurundan çok zaman evel başladı. Bu dini şeklin kıdemi bize Hun Devletinin teşekkülünden asırlarca evel Türk cemiyetinin Ortaasyada milli teşekküle malik bir heyet olduğunu anlatmaktadır. Gök naturizmi devri başladıktan sora mabutlar biri yere ait diğeri göğe ait olmak üzere ikiye ayrıldılar. Bu mabutlara karargah olan yer ile gök te ayrıca kutsilik kazandı.


Gök ile yerin, Güneşle Ayın mabut telakkisi Hun devrinde resmi bir din oldu. Hun hükümdarları Tanrıkut unvanını taşırlardı. Büyük Metenin Çin İmparatoruna gönderdiği mektuplar “Gök ile yerin doğurduğu, Güneş ile Ayın tahta geçirdiği Türk hanlarının Tanrıkutu ihtiramla Çin İmparatorundan rica ederki...” ibaresile başlardı. Bu ibare Hunların gök ile yei mukaddes, Güneşle Ayı da mabut tanıdıklarını açıkça göstermektedir.

 

Ortaasyada gök naturizmi dininin bu eskiliği ve Güneşle Ayın daha o zamanlarda mabut tanındığı düşünülürse Sümerlerde, Etilerde görülen, bilahare bunlar vasıtasile Mısıra, Fenikelilere, İbranilere geçen Güneş ve Ay mabutlarının menşei anlaşılır. Demek ki Ortaasyada gök naturizminin başladığı ilk zamanlarda garba hicret eden Sümerler, Etiler bu dini de beraber götürmüşlerdi.

 

Netice: Ortaasyanın henüz kuraklığa mahkum olmadığı, yüksek dağlardaki buz kütlelerinin erimesinden hasıl olan çaylar, sık sık yağan bol yağmurlar, her tarafı sulayarak yemyeşil yaptığı devirlerde tabiatın bütün kuvvetlerini takdis etmek pek tabiidir. Bunun içindir ki Türklerin eski dinlerini çok mabutlu bir naturizmdir. Bu din mümbit ülkelerden hoşlanan ziraatçi kavimlerin dinidir. Yıldızların hergünkü devri, hasat mevsiminden her yıl gelişi, çiftçi kavimler bütün zevklerin, neşelerin kaynağıdır.

 

(1)    Huş, Akağaç nev’inden bir ağaçtır.

 

ŞAMANLIK ve ŞAMANLAR

 

Ruh ve umumiyetle tabiate tapmak akidelerinden doğan Türk dinine inanan birtakım merasim ve ayinler konuldu. Bu merasim ve ayinleri ayrılmış birtakım adamlar yaparlardı. Bunlara şaman derlerdi. Bu münasebetle bu dine de şamanlık  denilmiştir.

 

Yer – sulara kurban kesmek,  ölenlerin ruhlarını güya semalardaki ebedi karargahlarına götürmeğe rehberlik etmek, şamanlara mahsus bir imtiyazdı. Eski Türklerin akidesine nazaran ölenlerin ruhu hemen göklere çıkmazdı. Cesetten ayrılan ruhların bir saflaşma devri geçirmeleri lazımdı. Bu devirde ruhların evlerinin civarından ayrılmadıklarına, cesetlerin etrafında uçtuklarına inanırlardı. Bunun için akrabası namlarına kurban keser, yuğ ayinleri yaparlardı. Ölen bir adamın cesedi bu “saflaşma” devrini geçirmek için 3 – 6 ay sora defnedilirdi. (1)

 

Şamanlığın zuhuru hakkındaki izahtan anlaşılacağı veçhile gök naturizmi devri başladıktan sora biri taabüde diğeri kehanete ait olmak üzere iki sistem çıktı. Eski Türklerin din ve şeraitlerini muhtevi bir de kitapları vardı.

Türklerin kainat hakkında muayyen kanaatleri mevcuttu. Bunlar, dünyanın birçok katlardan mürekkep olan gökler, ışık diyarını teşkil eder. Aşağıda yedi veya dokuz kattan ibaret olan yağız yer de karanlıklar diyarını teşkil eder. Bu iki alem arasında insanların yaşadığı yeryüzü vardır. Yeryüzü, bütün oturanlarile beraber, yukarı mavi göklerle aşağı yağız yerlerin tesirleri altındadır. Bütün iyi ruhlar, yani ilahlar, melekler, güneş ve aydınlık ülkesinin üst katlarında yaşarlar. Bu mabutlar, insanları yaratır, korur, sora kendi ülkelerine alırlar. Güneş ve ışık insanların koruyucusu, tabiatin hayat menşeidir. Karanlık ülkenin alt katlarında uğursuz ruhlar (cinler, şeytanlar) ile insanları zararlandırmak, mahvetmek ve sora ebedi karanlıklar içerisine çekmek istiyen ilahlar bulunur.

 

Gök mabutlarının en büyüğü “Kara Han” dır; göğün en üst katında oturur; bütün cihanı buradan idare eder.

Yer altı mabutları, korkunç ilahlardır. Bunlarn büyüğü yerin dokuzuncu katında siyah bir taht üstünde oturan “Yerlik Han”dır. Yeraltının her katında cehennem ateşinin korkunç yalazları yayılıdır.

 

İnsanların en korkunç düşmanı olan Yerlik Han, yeraltında kendi tabiler ve şerir ruhlarla muhattır. Pek çok korkulduğundan gazebini teskin için kendisine daima kurbanlar kesilir. Kurbanların en makbülü koyu renkli atlardır.
(1)    Cesedin bu kadar zaman durabilmesi, ancak mumyalanması ile mümkün olabilir. Türklerin cenazeleri tahnit etmek usulüne çok eski zamanlardan beri vakıf oldukları anlaşılıyor.

HULASA

 

Altaylıların hayli uzun ve karışık olan dinleri şu suretle hulasa edilebilir: Yukarda mavi gök katlarile aşağıdaki yağız yer katlarının, diğer bir tabir ile aydınlık ülkelerle karanlık ülkelerin Ulu Tanrısı Tanrı Kara Han dır. Fakat Kara Han, bu ülkeyi doğrudan doğruya idare etmez. Aydınlık ülkelerinin idaresini Bayülken’e, karanlık ülkelerin idaresini de Yerlik Han’a vermiştir.

 

Bayülken, eyilikleri mükafatlandıran eyilik ilahı, Yerlik Han da kötülükleri cezalandıran kötülük ilahıdır. Birincisine ümit, ikincisine korku yüzünden ibadet edilir. Tanrı Kara Han, bizzat ve doğrudan doğruya işe karışmıyan yüksek bir varlıktır.

 

Türklerin millet haline yükseldikleri devirlerin hatırası olan bu iki ilahi silsile arasında kabilevi hayat devirlerinin yani naturizm zamanının da kırıntıları yaşamaktadır.

 

Türklerin dini sistemleri : Çin, hint, Sumer, Eti, Ege ve İran dinlerinin menşelerine ait izleri muhafaza etmek itibarile pek mühimdir.

 

TÜRKLERİN ARASINA HARİÇTEN GİREN DİNLER

 

 

Türkler Ortaasyada muhtelif asırlarda Budizm, Hristiyanlık, Mazdeizm, Maniheizm ve İslam gibi hariçten gelen bazı dinlerin tesiri altında kalmışlardır.

bottom of page