TÜRK ALTIN SANATINDA SİLAHLAR
Türkler, silahlarındaki maddi güce paralel olarak süslemenin de gelişmesini arzu etmiş ve bu konuda oldukça başarılı olmuşlardır. Silahlara kattıkları zarafet ve güzellik, silahların tezyinatının estetik bir kaygıyla gerçekleştirilmiş olması gerçekten etkileyicidir.
Sayı ve nitelik açısından Türk silahları koleksiyonun en zengin bölümünü oluşturmaktadır. İstanbul'un fethinden Osmanlı Devleti'nin yıkılışına kadarki döneme ait olan silahlar, tarihi değerlerinin yanı sıra madde, teknik ve süsleme yönünden de en kaliteli eserlerdir. Bu silahlar ana hatlarıyla Yakındoğu İslam ülkelerinin esas formlarıyla benzerlik gösterir. Ülkeler arasındaki kültürel alışverişler, silahların teknik ve form yönünden de gelişimlerine vesile olmuştur. Türk silahları üzerinde özellikle 15. yüzyılın ikinci yarısı ile 16. yüzyılın başlarında Memluk etkilerini rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Bu durumu da yine Mısır'ın fethinden sonra bazı silah ustalarının İstanbul'a getirilişleriyle açıklayabiliriz.
Türkler, değişik silahlar arasında en fazla kılıca rağbet etmişler, kılıcı büyük bir ustalıkla kullanmışlardır. Türk kılıcının esas formu hafif eğri olmasıdır. Bileğin rahatça hareket etmesi önem kazanmıştır. Bu nedenle Türk kılıçlarında kütle, boy ve eğrilik arasındaki oranlar daima göz önüne alınmıştır. Bu kılıçlarda taban denilen gövde, kılıç yumurtası adı verilen çok kaliteli ve özel formüllerle hazırlanmış demir külçenin ustalıkla dövülerek şekil verilmesinden oluşmuştur. Bunun çelik haline getirilmesi, yani kılıca su verilmesi işi de ustalık isteyen ve çeşitli formülleri olan bir sanattır.
Hükümdarlar tarih boyunca birbirlerine ve muzaffer komutanlarına şeref simgesi olarak kılıç hediye etmişlerdir. Gazâ niyetiyle kılıç kuşanmak İslamiyette bir gelenektir. Osmanlılar'da padişahın tahta çıkmasından sonra bir hakimiyet göstergesi olarak yapılan kılıç alayı, padişahlığın ilanının da başlıca törenlerindendir. Kılıç kuşanma bir kısım İslam ülkelerinde olduğu gibi, Osmanlılar'da da kanun olduğundan bu adet ve gelenek saltanatlarının sonuna kadar devam etmiştir. Osmanlılar'daki kılıç kuşanma töreni, protokol ve hiyerarşik düzen içinde çok önemli bir biçimde yapılması açısından, Batılı hükümdarların taç giyme törenine denktir.
Türklerde kılıç, hiçbir zamanbir kez kullanılıp daha sonra kullanılmayan bir obje olmamış; kullanılmayacak hale gelen kabzası, kını ve diğer parçaları değiştirilerek uzun süre kullanılmıştır.
Usturlab - 19x17 cm - Türk ve İslam Eserleri Müzesi 2971.
Kama - Özel Koleksiyon
Hançer - Süsleme Tarzından - TSM 1/66.
Topuz - uzunluk : 70 cm - TSM 1/2386.
Sultan II. Selim'in Alemi - Yükseklik : 59 cm (sapıyla birlikte) TSM 1/1967.
Kılıç - Uzunluk : 38 cm - TSM 1/2883.
Teber - 18, Yüzyıl - Uzunluk : 67 cm - TSM 1/2403.
Türk Şeşperi - 17. Yüzyıl - Uzunluk : 80 cm - TSM 1/2366.
Çakmaklı Tabanca - Uzunluk : 50 cm - TSM 1/2074.
KAMA, HANÇER ve CENBİYE
En belirgin özelliği belde taşınmaları ve yakın savaş silahı olarak kullanılmalarıdır. Üzerlerindeki ince kuyumculuk ustalığı, özellikle kabza ve kınlarda dikkati çeker. Gümüş kabartma ve telkari ile yapılmış süslemelerde bitkisel motifler ağır basmakta, ama geometrik süslemelere de sıkça rastlanmaktadır. Namluları yay formunda kıvrılmış olanlarına cenbiye adı verilmektedir.
BALTALAR ve TEBERLER
Bütün silah çeşitlerinmizde olduğu gibi balta ve teberlerin üzerinde de altın kakma maden işçiliği, yazılar, bitkisel ve geometrik süslemeler yer almaktadır. Dolayısıyla onlar da hem bir silah, hem de bir sanat eseridir.
Osmanlı Devlet Teşkilatında sarayların muhafız kıtalarına Baltacılar deniyordu. Teberderan da denen bu teşkilata devşirmelerden seçilen kimseler alınırdı. Osmanlı Ordusunun taburları önünde giden ve balta taşıyan muhafızlar, II. Abdülhamid devrine kadar varlıklarını korumuşlardır.
Silah olarak kullanılan baltaların, iki taraflı ve derin aksamı ay biçiminde uzunca bir sapa geçirilmiş olanlarına teber denir. Aslında teber, Farsça balta anlamına gelmektedir. Ayrıca Türkçe'de de "ay balta" diye geçmektedir.
YATAĞANLAR
16. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan Türk silahlarından yatağanların tabanları kısa, az eğri, iç kenarları keskin ve uçları sivridir. Bu nedenle kesici ve delici özellikleri fazladır. Kabzaları fildişinden ve altından yapılmıştır. Gerek tabanları, gerek kınlarındaki altın ve gümüş işçiliği hemen dikkati çekmektedir. Osmanlı kara ve deniz ordularında yaygın bir biçimde kullanılmış olan yatağanların üzerlerindeki süslemeler, yüzyıllar boyunca sınırlarımız dışına taşmış, Türk maden sanatı teknikleri ve desenleri kolayca Balkan ve Avrupa ülkelerine yayılmıştır.
TOPUZ ve ŞEŞPERLER
Demir saplı, darbe etkisi güçlü silahlardır. Pirinç ve gümüşten yapılmış, üzerleri adeta kitap ciltleri gibi altın kakma ile tezyinatlanmış topuz ve şeşperler de vardır. Salık ismi verilen topuzun bir diğer çeşidiyse tamamen Türklere özgü bir silahtır. Bu aslında yuvarlak başlı bir topuzdur. Başın ve kenarlarına ve tepesine, uçlarına bilye bağlı zincirler tutturulmuştur. Vuruş anında bilyelerin karışık hareketi savunma olanağını azalttığından, şaşırtıcı ve ürkütücü bir etkisi vardır.
TUĞLAR
Ağaç gövdeli, çalpara tekniğinde, at kuyruğu örgüsüyle kaplanmış, saçaklı tombak tepelikli tuğlar, hakimiyet, rütbe ve savaş simgeleridir. osmanlı döneminde çoğunlukla at kuyruğundan yapılmışlardır. Padişahlar sefere çıkarken, Tuğ-ı Hümayunlar'ı da beraberinde götürür, bu nedenle törenler düzenlenirdi.
TÜFEK ve TABANCALAR
Tüfek, Osmanlı ordusunda 16. yüzyıldan başlayarak yoğun bir biçimde kullanılmıştır. Çakmaklı tüfeklerin, siper arkasına, kale mazgallarına yerleştirilen büyük ve ağır tiplerine kale tüfekleri deniliyordu. Kale tüfekleri arasında, Sultan III. Selim ve Sultan II. Mahmud için özel olarak yaptırılmış olanları da vardır. Tüfeklerin namlu ucuna, kabzasına ya da bileklerine genellikle altın ve gümüş kakma olarak işlenen kitabelerinde, sahibinin adı, unvanı, memleketi gibi bilgiler yer alırdı. Usta adları namlu arkasında, kurma yayı altında ya da yine namlu arkası ile tesbit levhası üzerinde, tuğra ya da diğer kitabelerin içinde görülebilir. Genellikle altın ya da gümüş kakma olarak "sene" şeklinde yazılırdı.
Osmanlı Devleti'nde 17. yüzyıldan itibaren tabanca kullanılmıştır. Türk tabancalarının kabza dibi yuvarlak topuzludur. Dökümhanelerde zor koşullarda yapılan silahların kabza, dipçik ve namlularının tüm yüzeyleri dönemlerinin bütün sanat özelliklerini yansıtan bir üslupla yapılmıştır. Tabancaların altın ve gümüş kakmalı namlu ve çakmaklarında genellikle yapımcısının adı yazılırdı. Atölye üretimi olan tabancalarda bugünkü gibi genel bir standart olmadığı için her yörenin ve her atölyenin kendine özgü kabza ve dipçik formu ile birlikte tezyinatı vardı. Mekanizmalar bile bölge ve atölye farklılıklarını ortaya koymaktadır. 18. yüzyıl sonlarında İstanbul'da başlayan fabrikasyon üretimle birlikte Osmanlı tabancaları da diğer uluslarda olduğu gibi geleneksel formlardan farklı olarak, uluslararası formlara uygunbiçimde imal edilmiştir.
Kaynak : P Dergisi Sayı 20
Ey gönül bir can içün her cana minnet eyleme /
İzzet-i dünya için Sultana minnet eyleme
/ Bir kılıç üzerine işlenmiş beyit
ASKERİ SANAT
11 MART
Silah yapımıyla ve tezyinatlı silahların hazırlanmasıyla, son derece uzmanlaşmış ustalar uğraşmıştır. Bunların yanısıra bu uğraşa kuyumcular da katılmıştır. Saraydaki ödeme kayıtlarında hançer, süslü kınlar, kalkanlar, topuzlar ok ve yaylar ile kılıçların yapımcıları ayrı ayrı belirtilmektedir.
1526 yılı dolaylarında, saraydaki atölyede yüz kırka yakın usta işbirliği içinde çalışmaktaydı. Osmanlı'nın sürekli savaşa girmesi sebebiyle çok sayıda ve çok çeşitte silaha ihtiyacı vardı. Merkezde ve eyaletlerde yapılan bu silahlar, savaş ve fetihlerde kullanılmak üzere depolara konur; sürekli bakım görürlerdi.
Görsel Bilgisi : Murassa Miğfer - 16. Yüzyıl - TSM 2/1187.
12 MART
Türk miğferlerinde her yüzyılın kendine özgü özellikleri vardır. 14. yüzyıl sonu ve 15. yüzyıl miğferlerinin hemen hepsi göz siperlikli ve peçeliklidir. Gövde ince ve sivridir. 16. yüzyıl, Türk miğferlerinin en gelişmiş dönemi olarak kabul edilir. Oranlar son derece uyumlu ve başarılı biçimde kullanılmıştır. 17. yüzyılın başında tepeliğin işlevini yitirdiği ve gövdenin bazen dilimli, bazen düz olduğu görülür. Yine bu dönemde, göz siperliklerinin kalkarak, yerine alın siperliklerinin geldiğini görürüz.
Sayfamızda bayramlarda ve özel tören günlerinde giyilen değerli taşlarla süslenmiş ve çok güzel altın kakmalı yazılarla bezenmiş miğferler de bulunmaktadır. Süsleme olarak kazıma, kakma, kabartma tekniğiyle bitkisel motifler ve bolca yazı uygulanmıştır.
Görsel Bilgisi : Miğfer, 17. Yüzyıl, Çap: 21 cm - TSM 2/798.
15 MART
Kalkanlar genellikle demir, bakır, fil ve gergedan derisi, kaplumbağa kabuğu, hasır, söğüt dalı ve kamıştan yapılırdı. Söğüt kalkanlarda savunmayı ortadaki demir veya çelikten yapılmış göbe, karşı darbeleri kaydırarak etkisiz bırakmak suretiyle sağlardı. Göbeğin çevresi ise stilize edilmiş lale motifi, sümbül, karanfil ve bulut motifleriyle neredeyse bahar havasını yansıtır. Bunlar ince söğüt dalları ve kamışlar üzerine ipek iplik sarılarak ve iğneyle bastırılarak sepet örer gibi işlenmişlerdi. Hepsinin iç kısmında tutmaç denen ve kalkana gelen sert darbeleri de yumuşatan bir kulp bulunmaktadır. Söğüt kalkanlar daha çok merasim kalkanı olarak kullanılmışlarsa da Mohaç Savaşı'nda 235 adet söğüt dalı örgülü kalkanın ordu içinde seçkin askerin bu kalkanları kullandığı görülmüştür.
Saray, Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1924 yılında müze haline getirilince buradaki silahların envanter tasnifi kurulan komisyonlarca yapılmış ve 1928 yılında ilk defa silah seksiyonu ziyarete açılmıştır. Seksiyonda halen çoğunluğu üstün kalitede, kitabeli, geometrik ve bitkisel süslemeli dört yüze yakın eser sergilenmektedir. Sergilenen değişik coğrafi ve kültür çevrelerine ait eserler arasında Arap, Memluk, İran ve Türk silahları önemli yer tutmaktadır. Bölümdeki en eski, aynı zamanda dini bakımdan en önemli eserler 7. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar gelen bazı Emevi ve Abbasi halifelerine ait kılıçlardır. Form olarak birbirine çok benzeyen bu düz ve iki ağızlı kılıçların tabanları orjinaldir. Kabza ve balçakları daha sonraki devirlerde yenilenmiştir. Kılıçların uçları Ortaçağ Avrupa kılıçlarından farklı olarak sivri olmayıp küttür. Bu nedenle delici işlevleri yok denecek kadar azdır. Taban uçlarının hafif eğri olmalı, orjinal kabzalarının da eğri olduğunu gösterir. Çift ağızlı olmalarına rağmen kabzalarının eğrilikleri nedeniyle, ancak tek ağzıları etkili olarak kullanılabilir. Bu kılıçlar saraya Yavuz Sultan Selim'in 1517'de Mısır'ı fethnden sonra diğer Kutsal Emanetler'le birlikte gönderilmiştir.