top of page

Kirmen Dergisi, Yörük Türkmen Kültür Tanıtma ve Dayanışma Derneği yayınıdır.

DÜZİÇİ AĞITLARI
Prof. Dr. Ali Torun

Ağıt Kelimesinin Kökeni ve Tarihi Seyir İçerisinde Kullanımı

İnsan hayatında doğum, evlenme ve ölüm olmak üzere üç önemli “geçiş” dönemi vardır.(1) İnsanoğlu bu geçiş dönemleri çevresinde geçişi kolaylaştırmak amaçlı birtakım pratikler geliştirmiştir. Bu pratiklerden biri de ölüm olayını hikaye eden ağıtların söylenmesidir. Ağıtlara yönelik çalışmalar insanoğlunun ölüm karşısında aldığı tavrın yaşadığı psikolojinin ortaya konması açısından önem arz etmektedir. Biz de ağıtların bu öneminden yola çıkarak ve onun ışığında 2000 yılında öğrencimiz Azime (Akkuş) Küçük ile birlikte Osmaniye’nin Düziçi ilçesinde söylenmiş olan ağıtları tespit etmeye çalıştık ve tespitlerimizi bilim dünyasıyla paylaşmak istedik. Fakat Düziçi ağıtları hakkındaki tespitlerimizi nakletmeden evvel ağıt kavramı hakkında bilgi vermeye çalışacağız.
 

                Biz bu çalışmamızda, bu “geçiş” dönemlerinden sonuncusu olan ölüm hadisesini hikaye eden “ağıt” kavramı üzerinde duracağız.

                Türk Dilinin bütün lehçe ve şivelerinde ölüm merasimi ve ister bu merasim sırasında olsun ister merasimden sonra söylensin ölüm hadisesi daha çok “yuğ” ve “sagu” kelimeleriyle karşılanmaktadır. Zaman içerisinde “sagu” kelimesi giderek yerini “mersiye” ve “ağıt” kelimelerine bırakmıştır. (2)

                Yazılı ilk şekline Orhun Abidelerinde rastladığımız “ölü gömme” merasiminin Türk dilindeki en eski karşılığı “yuğ” kelimesidir ve “yok” tan geldiği söylenmektedir. (3) Kaşgarlı Mahmud, “yoğ”, cenazeyi defnettikten sonra, üç veya yedi gün zarfında halka verilen taamın ismidir” diyor. (4)

                XIII. yy.dan itibaren Türkiye Türkçesi ile yazılmış kitaplardan derlenen Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü’nün XIV. asır kaynaklarından Işknâme’den tesbit ettiğine göre  “sagu” ölünün iyiliklerini duyuran ağıt ve mersiye manasına gelmekte aynı asırda “sagucu” kelimesi ile beraber “sagu kalmak” fiili de kullanılmaktadır. (5)

                XIV-XV. asır ürünlerinden olan İznikli Hacı Hüseyin oğlu Musa tarafından yazılan bir eserde  “… sagu sağar ücret alır. İşbu küllisi haramdır”. Denilmekte, hatta bu sagu sağmak’ın günah olduğu bildirilmektedir. (6)

                Burhan-ı Katı’da ağıtçı için şu bilgi verilmektedir: “Cenaze evinde karıların aralığında meyyidin evsafını zikr ü taat ederek a’la savt ile girye idüp karılar dahi ona mutabaat ile girye ve zari ederler. Türkîde ağıtçı tabir ederler.”(7)

                Reşit Rahmeti Arat koşma kelimesini açıklarken “koşkoymak, katmak, dizmek...” Zenker’de ise “mersiye” veya” ağıt söylemek” manasına gelir demektedir. (8)

                Ahmet Talat Onay ağıt hakkında şöyle bir tanım yapmıştır: Genç bir kızın vefatına, merd bir delikanlının, büyük bir şahsın ziyanına ağlayan şiirlere halk ağıt, ağı derler. Bu kabil şiirlere eski Türkçe’de sagu derler. (9)        

                İnsanoğlunun ölüm karşısında veya canlı cansız bir varlığını kaybetme üzüntü, telaş, korku ve heyecan anındaki feryatlarını, isyanlarını, talihsizliklerini, şikayetlerini düzenli düzensiz söz ve ezgilerle ifade eden türkülere Batı Türkçesinde umumiyetle “ağıt” adı verilir. Ağıt söyleyen için “”ağıtçı” sözü yaygınlaşmış ve “ağıt yakmak” deyimi türemiştir.              

                Yaygın şekilde ağıt olarak bilinen söz, muhtelif devirlerde, muhtelif Türk toplulukları tarafından değişik şekilde kullanılmıştır. Ağıta, Azeriler; ağı, Başkurtlar; märsiyä, äytiv, Özbekler; märsiyä, matemname, Kazaklar; joktov, bozlau, bozlaw, Tatarlar; taqmaq, märsiyä, Türkmenler; âğı, tavş, tavşa, tovum, ses etmek, Uygurlar da jiğa, haza derler. (10)

              Eski Türklerin ve başta Orta Asya uluslarının yas tutma adetlerine dair Çin kaynaklarında bazı kayıtlar bulunmaktadır. Bu kayıtlara göre yas tutanlar bağıra çağıra ağlarlar, yüzlerini parçalarlar, keserler. Hunların defin törenlerine ait verilen haber, “İsa’dan önce III.Yüzyıla aittir. Bu habere göre Hunlar ölülerini tabut içine koyarlardı. Bu tabutlar iki katlı olup iç ve dış tabutlardı. Bu tabutları altın ve gümüş işlemeli kumaş ve kürklerle örterler ve ölü ile öldürülenler yüz hatta yüzden daha çoktu. Ağaçlar dikilmiş mezarlıkları ve matem elbiseleri yoktu.(11)    Hunlarda methiye ile beraber ağıt da vardır. Biz bunu Atilla’nın ölümü dolayısıyla yapılan merasimde görmekteyiz. “Kampın ortasında bir tepenin üstüne ölünün cesedini yatırdılar. Halkın arasında en iyi at binicileri seçtiler. Atlılar, Atilla’yı metheden ağıtlar okuyarak tepenin etrafını dolaştılar.” (12)

* Dumlupınar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi TDE Bölümü Öğretim Üyesi

1 -Sedat Veysi Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, Ank. Ünv. DTCF Yay., Ank., 1971, s. 11

2- Muhan Bali, Ağıtlar, KB Yay., Ank. 1997, s. 14

3-Bali, a.g.e., s. 14

4-Yusuf Ziya Yörükan, Müslümanlıktan Evvel Türk Dinleri-Şamanizm,  Haz. Turhan Yörükan, Yol Yay., Ank., 2005, s. 78

5-Bali, a.g.e., s. 14

6- Bali, a.g.e., s. 15

7-Mütercim Âsım Efendi, Burhan-ı Katı, Çev-Mürsel Öztürk-Derya Örs,TDK Yay., Ank., 2000, s .533

8-  Reşit Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri, Ank., 1965, s. VII-VIII

9-Ahmet Talat Onay, Türk Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev’i, (Hzl. Cemal Kurnaz.) Akçağ Yay., Ank.,1996 s. 306

10-Doğan Kaya, Anonim Halk Şiiri, Akçağ Yay.,  Ank., 1999, s. 245

11- Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Yay., Ank., 2000 s. 177

12- Bali, a.g.e., s. 19


 

Miladın altıncı asrında Türk hakanı Türgiş, yanındaki Roma sefirlerini babasının matemini tutmaya mecbur etmişti; Stanislas Julien, bu zamana ait “yuğ” merasimini Çin kaynaklarından naklen anlatıyor: “Bir adam ölünce cesedini çadıra koyarlar. Oğulları, yeğenleri, ana baba cihetinden akrabası hepsi birer koyun, yahut birer at, yahut çok sayıda sığırlar ve atlar keserek ona kurban ettiklerini göstermek üzere çadırın önüne uzatırlar. Sonra onun etrafında acıklı feryatlar kopararak atla yedi defa dönerler ve çadırın kapısına gelince bir bıçakla yüzlerini çizerler...” (13)

                Yenisey ve Orhun Âbidelerinde Göktürk devrine ait müstakil veya parça parça da olsa, herhangi bir ağıt metni yoktur. Durum her ne kadar böyle ise de bazı araştırmacılar, bu âbidelerdeki ifadelerin tamamını ölenler için yazılmış birer “ağıt metni” olarak kabul etmektedirler. (14)

                İlk Yuğ merasimin nasıl yapıldığı, bu merasime kimlerin katıldığı hakkında abidelerde çok açık geniş bilgi bulunmaktadır. Bilge Kağan bunu şöyle anlatmaktadır: “İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Hakan tahta oturmuş… vadesi gelince vefat etmiş. Matemciler, Çinliler, Tibetliler, Aparlar, Aparumlar, Kırgızlar, üç Kurıkanlar, Otuz Tatarlar, Kıtanlar, Tatabılar, bunca millet gelerek matem tutmuşlar ve ağlamışlar. Bu kadar meşhur hakan imiş.”(15)

                X. yüzyıl başlarında, Uygurlar devrinde, Beşbalıklı Sıngu Seli Tutung isimli bir bilginin Çince’den tercüme ettiği Altun Yaruk’da bulunan Aç Pars Hikayesi’ndeki “manzum parçalar” ağıt karakterindedir. Mahasatvi kendisini aç parsa yedirince, onun ağabeyi ile kardeşi, “cesedin artan parçaları ve kemikleri başında” ağıt söylerler. Mahasatvi’nin hükümdar olan babası ile annesi de, “feryat ve figan edip saçını başını yolarak” ağıt söylerler. 4, 2 ve 8 dörtlükten ibaret olan bu şiirler genellikle  4+3 duraklı ve 7’li hece veznine uygundur. Her dörtlüğün ilk üç mısra’ı kendi arsında, son mısra’ı ise, diğer dörtlüklerin son mısra’ı ile kafiyelidir. Kafiyeler, tek ünsüz benzerliğine dayanan yarım kafiyedir ve rediflerle zenginleştirilmiştir. (16)

                    Aslında biz lügat manasına uygun tam ve sıhhatli ağıt parçalarını, İslamiyetten sonraki devirlerin eserleri arasında mesela bu arada Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügati’t-Türk’ünde bulmaktayız. Bu eser ayrıca ihtiva ettiği örneklerle İslamiyet öncesinden izler taşır ve bu geçiş devresinin karakteristik tek örneği vasfını kazanır. Divan-ı Lügati’t-Türk’te “öğyerük” kelimesi açıklanırken karşılığı “görenek, adet. Hakan Afrasyab’ın ağıtında zamanı anlatan şu parçada dahi gelmiştir” denilerek ilk ağıt parçası verilmektedir. (17)

               Kaşgarlı Mahmud’un “zapt ve kaydettiği bu sagu (mersiye) parçalarının herhalde XI. asırdan evvelki zamanlara ait olduğunu bize Tunga Tigin mersiyesi açık bir surette gösteriyor. Divanü Lügati’t-Türk müellifi eğer Alp Ertunga’nın kim olduğunu bilse onu Türklerin eski kahramanı Efrâsyâb olarak telakki etmezdi; yalnız, onun bu telakkisinden, Alp Ertunga mersiyesinin eski bir zamana ve Türklerin hatırasında kuvvetli bir iz bırakmış büyük bir kahramana ait olduğu neticesini çıkarabiliriz.  (18)

                Kaşgarlı Mahmud’un tespit ederek eserine aldığı ağıt parçaları daha çok Karahanlı Bölgesi’nin izlerini taşımaktadır. Bu asırdan itibaren diğer Türk boyları arsında da ağıt türünün varlığı yas geleneklerinin devamından tahmin edilmektedir. Mesela Selçuklu Sultanı Melik Şah’ın pek çok sevdiği oğlu Davud’un ölümü üzerine memleketin dört bir yanından hükümet merkezi İsfahan’a toplanıp yas tutan Türkler, atlarının eğerlerini ters çevirmişlerdir. (19)

                Tarihi seyir içinde Türk toplulukların baktığımız zaman başlıca üzüntü kaynağı ağlamaktı. Tutsaklık, ölüm gibi hadiseler sonucunda ordalara kara şiven girer, yani ordalar derin bir yasa bürünür, cesur beyler böğüre böğüre ağlarlar, kadınlar saçlarını yolar, yüzlerini ve yakalarını yırtar ve ayaklarından ayakkabılarını çıkarırlardı. Gök-Türklerden Osmanlı Hanedanına kadar değişmeden devam eden geleneklerden biri de budur. Ağlamak ile duyulan derin ızdırap hafifletilmiş oluyordu. Türklerde bu gibi hallerde ağlamak tabi bir tepki olarak kabul ediliyor ağlamamak ayıp sayılıyordu. Bu yiğit, cesur, sert mizaçlı adamların günlerce ağlıyorlar, bazen ipekli elbiseleri çıkartıp çıplak bir halde kara kepenek giyiyorlardı.(20)

                XIV. ve XV. Asır eserlerinden Dede Korkut Kitabı’nda da muhtelif ağıt metinleri bulunmaktadır. İlk ağıt Dirse Han Oğlu Boğaç Han Boyu’nda geçmektedir: “Oğlanın anası oğlunun üstüne çapup çıkageldi. Baksa oğlancuğı alçakana bulaşmış yatur. Çağıruban oğlançığına görelim hanum ne soylar.”  (21)

Denilerek Boğacın anasının dilinden bir ağıt metni verilmektedir.            Yine Dede Korkut Kitabı’nda “Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Boyı”nda bir yuğ merasiminin bir ağıt geleneğinin nasıl yapıldığını da görmekteyiz.
 

13 Fuat Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, C.I, Akçağ Yay., Ank., 2004. s. 95

14 İsmail Görkem, Türk Edebiaytında Ağıtlar, Akçağ Yay., Ank., 2001, s. 37

15 Hüseyin Namık Orkun,  Eski Türk Yazıtları, İst., 1994., s. 31

16 Görkem, a.g.e.,  s. 41-43

17 Bali, a.g.e., s. 23

18 Köprülü, a.g.e., s. 118

19 Faruk Sümer, Oğuzlar, TDAV Yay., İst., 1999, s.       399

20 Sümer, a.g.e., s. 397

21 Bali, a.g.e., s. 30

“Meğer bir gün köprisinün yanında bir büyük oba konmuş idi. Ol obada bir yahşi hub yiğit sayru düşmüş idi. Allah emri ile ol yiğit öldi. Kimi oğıl diyü kimi kartaş diyü aşladı. Ol yiğit üzerine muhkem kara şiven oldı.”(22)

              Yavuz Sultan Selim’in ağabeyi Ahmed Bey’in oğlu Süleyman Bey genç yaşında 919 (1513) yılında Mısır’da taûndan vefat etmiş idi. Yakışıklı bir genç olan Süleyman Beyin cenaze töreni Anadolu Türklerinin geleneğine göre yapıldı. Yani merhum şehzadenin tabutunun önüne kuyrukları kesilmiş, eğerleri ters çevrilmiş olan atları götürülmüş, kırılmış olan yayları ile sarığı da tabutun üzerine konmuştu. (23)

              Günümüzde genel anlamıyla ağıt; halk şiirinde ölen bir kimsenin ardından söylenen, onun meziyetini belirten, ölümünden duyulan üzüntüleri dile getiren şiirlerdir. Divan edebiyatındaki mersiyeler durumundadır. Bunun menşeini eski Türklerdeki ölenin ardından ayin yapmak adetine, yani “yuğ törenleri”ne kadar götürebiliriz. Bugünde Doğu, Orta ve Güney Anadolu’da ölü için ağıt yakmak geleneği vardır. Belli bir zaman içinde ölü evine ziyarete gelen herkes, bilhassa halk şiiri geleneğine yabancı olmayanlar, duygularını şiir halinde anlatır ve yalan da olsa ağlarlar. Böyle yakılan ağıtlar tam anonimlik vasfına sahiptirler. Daha ilk söyleyenin ağzından çıkarken bile öteki ağıtlardan büyük ölçüde malzeme alır. Halk şairleri de ağıtlar söylemişlerdir. Bunların öteki anonim ağıtlardan farkı belli kişilerin eseri olmasıdır. Âşıklar, daha çok, ölümü çevresinde yankı uyandıran kimseler için ağıt yazmışlardır. Delikanlı iken veya yeni evli iken ölenler, bir hileye, bir düzene kurban gidenler, ölümleri bir ailenin veya zümrenin yıkımına sebep olan kimseler gibi. Halk şairleri sel, zelzele, salgın hastalıkları gibi büyük felaketler için yazılan şiirlere de ağıt adını vermektedir. (24)          Yoğ merasimi Türklerin millî ayinleri olduğu ve ruhlarında bu anane derin izler bıraktığı için, şimdi Alevîler ekseriyetle ruhlarının bu tahassürlerini Kebelâ faciası münasebeti ile tezahur ettiriyorlar. Hz. Hüseyin hakkında yapılan merasim, yoğ ayinin bir devamı olsa gerektir. Hiç değilse, yoğ ananesi ve onun yaşamak kabiliyeti, Kerbelâ faciası mateminin tekevvününe  ve yaşamasına hizmet etmiştir. Bilge Hanın yoğu ile Hz. Hüseyin mateminin karşılıklı tedkiki ihtimal bu noktanın aydınlanması için faydalı olur. Yoksa Hz. Hüseyin faciasına bu kadar samimi sarılmanın sebebi anlaşılmaz bir şey olur. (25)

                 İnsanlar, başta ölüm olmak üzere, çeşitli sebeplerle sevdiklerinden ayrılmak durumunda kalırlar. Bugüne kadar ölüm şiirleri olarak sayılan ağıtları, salt bu çerçeve de ele almamak lazım gerekir. Ağıtlar dar manada ölüm üzerine, geniş manada acı ihtiva eden her konuda ortaya konulmuş şiirler olarak görülür. Kişilerin, Hastalanması, evden gelinin çıkması, delikanlının askere gitmesi, ülke toprağının düşman eline geçmesi veya düşman tarafından tarümar edilmesi, kaza, hasret, tabii afet, sevilen hayvanların kaybı veya ölümü üzerine söylenen şiirler ve nağmeler de ağıt türünde eserlerdir.  (26)

                Bu noktaya daha önce dikkat etmiş olan Boratav şöyle demektedir. Bölgelerde konulara değin özel hallerde ya da ezginin ve sözlerin çeşitlemesine göre türkü kelimesi yerine şarkı, deyiş, deme, hava, ağıt dalları da kullanılmaktadır. 

                Boratav, halk şairlerinden metinleri, “mevzulara bağlı şiir çeşitleri” diye ayırırken destanlar, koçaklamalar, güzellemelerle birlikte “ağıt”ları da bu grup içine almaktadır. (27)

                Aynı yazar başka bir eserinde “ağıtları” 1) Konularına göre ayırdığı “türküler” içinde “lirik türküler” bölümüne, 2) Kullanıldıkları yerler, gördükleri vazifeler  ya da söylenmelerini şartlandıran vesilelere göre ayırdığı türküler içinde “tören türküleri” arasına almaktadır. Boratav’a göre “... ninnilerle ağıtların metinleri oldukça önemli boyutta bir şiir içeriği bulunduğu, sağlam, bir yapıları olduğu zaman onları lirik türküler içinde inceleyebiliriz.  (28)       İster sanat seviyesine ulaşmamış, ister ferdiyet kazanmış olsun, bütün ağıtlarda Divan edebiyatında aruzla yazılan mersiyeler dışında hece vezni kullanılmaktadır. Tarihi ananeden gelen bu veznin umumiyetle 7, 8 ve 11 hecelileri tercih edilmektedir. 7’den az 11 heceden çok vezinlere de rastlanmaktadır. Nadir olarak hece ile yazılmış mersiyelerle aruzla kaleme alınmış ağıtlarda vardır. Anonim mahsullü eserlerde tam bir vezin uygunluğu bulunmayabilir. Nesir şeklinde söylenen ağıtlarda vardır. (29) Ağıtlarda şekil çoğunlukla dörtlük esasına dayanmaktadır. Bu şeklin dörtten az veya çok biçimlerine de rastlanır. Bu kalıpların birden beşe doğru eklenilen mısra veya beyitleri ezgisini, artırıp hafızalarda kalmasını temin eden “nakarat”lardır. Bu mahsullerdeki yarım, tam veya zengin kafiyeler daha ziyade ferdi eserlerde görülüyor. (30)

                Ağıtları çoklukla kadınlar söyler. Ölen erkekse bu vazife herkesten önce anasına, karısına, kız kardeşine, akraba ve komşularına düşer. Bazı yörelerde bu işi meslek edinmiş ağıtçılar yapar. Mardin’de para karşılığı ağıt söyleyenlere “imadede” adı verilir. (31)

22 Bali, a.g.e., s. 30

23 Sümer, a.g.e., s. 399

24 Abdurrahman Güzel-Ali Torun,  Türk Halk  Edebiyatı El Kitabı, Akçağ Yay., Ank., 2003, s. 175

25 Yörükan, a.g.e., s. 79

26 Kaya, a.g.e. , s. 243-244

27 Bali, a.g.e., s. 17

28 Bali, a.g.e., s. 18

29 Şükrü Elçin, Türkiye Türkçesinde Ağıtlar, KB Yay., Ank.,           1990, s. 2

30 Elçin, a.g.e., s. 2

31 Elçin, a.g.e., s. 4

Ağıtlar bazı muhitlerde belli adet, anane, şekil ve usuller içinde söylenmektedir. Mesela Kazan Türklerinde baş sağlığına gelenlere evin sahibesi, kızı veya gelini “Köris” adı verilen ağıtı hususi bir makamla okurlar. Adana’da ağıtçı, “ölü deşeti” adı verilen evvelce söylenmiş ağıtların hafızasında kalan bazı parçaları söylemekle ağıtına başlar. Bu sözler ölünün niteliklerini belirleyici duygu ve düşünceye girebilmek için bir bakıma prolog olarak kullanılmaktadır. (32)

                Binboğa Dağları’ndaki Türkmen aşiretlerinde ise ağıtçı, ölünün ortaya konmuş çamaşırlarını birer birer eline almak suretiyle ağıtını terennüm eder ve çevresine toplanmış kadınların ağlamasını temin eder. (33)

                Bugün, bütün Türk dünyasında olduğu gibi Anadolu, Kıbrıs, Rodos, Batı Trakya, Bulgaristan, Yugoslavya ve Romanya Türklerinde eski kültürümüzden izler taşımaklar beraber İslâmî bir künye kazanmış tören olarak: Cenaze salası, cenazeyi kaldırmaya gelen kalabalık, cenaze namazı ve nihayet, 7, 40, ve 52. gün mevlidleri ile ağıt geleneği devam etmektedir.               

          

 Düziçi’nde Ağıt Söyleme Geleneği:

                Ağıt kelimesi Çukurova’da, “mersiye” ve “ölen bir kimsenin iyi hallerini ve ölmesinden duyulan acıları sayıp dökmek üzere söylenen ezgi; ezgi ile mersiye söyleyerek ağlama” karşılığında kullanılmaktadır. Ağıt söyleyerek cenaze sahiplerini ağlatan kimseye yörede “ağıtçı” denilmektedir. Düziçi ilçesinden,  kaynak şahıs ise, ısrarla ağıt yerine “ağlamak kelimesini kullanmaktadır.  (34)

                Ölenin annesi, ablası, kardeşi veya yakın akrabaları genellikle ölüm anından önce veya ölüm olduktan hemen sonra ağıt yakmaya başlarlar. Ağıt bazen akraba olmayıp ancak derin üzüntü duyan kişiler tarafından da yakılabilir. Hatta bazıları eğer ölen sevilen bir kişi veya şehit ise onun ölümüne sebep olanları ve ölen kişinin özelliklerini öğrenerek ağıt yazanlar da vardır. Bu kişiler genellikle ağıtı bir gün, üç gün veya bir hafta sonra yazarlar.

                Ağıt yakılırken ölü ya ortada üstü kapalı ya da ayrı bir odada olur. Ağıtı yakanlar genelde ölünün yaptıklarını, kendileri ile geçirdiği zaman içerisinde birlikte yaptıklarını ve ölenin özelliklerini sayarak ağıt yakarlar.

                Yaptığımız bu çalışmada Düziçi’nde ağıtın ölüm anında ve genellikle kadınlar tarafından yakıldığını gördük. Ancak az da olsa erkeklerin yaktığı da görülür.

                Ölüm dışında yakılan ağıtları ise genelde kişi, kendisi çektiği sıkıntı anında söyler.

               

Sonuç olarak Düziçi’nde söylenen ağıtların ağıt türünün genel özelliklerini taşıdığını ifade edebiliriz. Bizim tespit edebildiğimiz 86 ağıt metninde türün genel özelliklerini ve Türk dünyasındaki müştereklerini görmek mümkündür. Bu ağıt metinlerinden birkaç örnek verelim: (Yan sütunda bulunan Düziçi ağıtları yazısından devam edebilirsiniz.)

KAYNAKÇA

BALİ, Muhan, Ağıtlar, KB Yay., Ank. 1997

ELÇİN, Şükrü, Türkiye Türkçesinde Ağıtlar, KB Yay., Ank., 1990

ELÇİN, Şükrü, Halk Edebiyatına Giriş,  Akçağ Yay., Ank., 1993

GÖRKEM, İsmail, Türk Edebiaytında Ağıtlar, Akçağ Yay., Ank.,2001

GÜZEL, AbdurrahmanTORUN,  Ali, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Akçağ Yay.,  Ank., 2003

İNAN, Abdulkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Yay., Ank., 2000

KAYA, Doğan, Anonim Halk Şiiri, Akçağ Yay., Ank., 1999

KÖPRÜLÜ, Fuat, Edebiyat Araştırmaları, C.I, Akçağ Yay., Ank., 2004

KÜÇÜK (AKKUŞ), Azime, Düziçi Ağıtlarından Örnekler, Afyon 2000 (Basılmamış   Lisans Tezi)

Mütercim Âsım Efendi, Burhan-ı Katı, Çev-Mürsel Öztürk-Derya Örs,TDK Yay., Ank., 2000

ONAY, Ahmet Talat, Türk Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev’i,  (Hzl. Cemal Kurnaz)   Akçağ Yay., Ank.,1996

ORKUN,  Hüseyin Namık, Eski Türk Yazıtları, İst., 1994

ÖRNEK, Sedat Veysi, Anadolu Folklorunda Ölüm, Ank. Ünv. DTCF Yay., Ank., 1971

SÜMER, Faruk, Oğuzlar, TDAV Yay., İst., 1999

YÖRÜKAN, Yusuf Ziya, Müslümanlıktan Evvel Türk Dinleri-Şamanizm,  Haz. Turhan   Yörükan, Yol Yay., Ank., 2005

 

KAYNAK KİŞİLERİN BİYOGRAFİLERİ:

1. Medine KÜÇÜK: 1939 Düziçi doğumludur. Halen burada yaşamaktadır. Ev hanımıdır. Okur-yazar değildir.

2. Cennet ALTUN: 1949 Düziçi doğumludur. Halen burada yaşamaktadır. Ev hanımıdır. Okur-yazar değildir.

3. Osman CİHANGİR: 1951 Düziçi doğumludur. Şöförlük yapmaktadır. İlkokul mezunudur.

4. Melek KÜÇÜK: 80-90 yaş arasındadır. Düziçi doğumludur. Halen burada yaşamaktadır. Ev hanımıdır. Okur-yazar değildir.

5. Emine KÜÇÜK: 1946 Düziçi doğumludur. Ev hanımıdır. Okur-yazardır.

6. İbrahim ÇOBAN: 1943 Düziçi doğumludur. Halen burada yaşamaktadır. Çiftçilik yapmaktadır. Okur-yazardır.

7. Sultan TORUN: 1934 Düziçi doğumludur. Ev hanımıdır. Okur-yazar değildir.

8. Yusuf  MEŞE: 1933 Düziçi doğumludur. Halen burada yaşamaktadır. Çiftçilik yapmaktadır. Okur-yazar değildir.

9. Eşe ÇİL: 1940 Düziçi doğumludur. Halen burada yaşamaktadır. Okur-yazar değildir.

SÖZLÜK

Yurak: Uzak
Döl: Çocuk
Cahan: Ceyhan Irmağı
Çit: Çift
Göğe: Güvey, damat
Çehiz: Çeyiz
Soyka: Ölen kişilerin kalan giysileri.
Yekin: Kalkmak
Bayak: Biraz önce
Aydınlı: Yörüklere verilen isim.
Hısta: Hisse, pay
Hayma: 1. Güneşten korunmak için ağaçtan yapılmış gölgelik. 2. Üzüm Bağı
Bastambak: Merdiven
Ciraat: İltihap
Heral: Herhalde

DÜZİÇİ AĞITLARI
Düziçi’nde Söylenen
Ağıt Çeşitleri:

 I. Ölüm Üzerine Yakılan Ağıtlar: Ölüm üzerine yakılan ağıtlar da kendi arasında dört gruba ayrılmaktadır. 
 a) Hastalıktan Ölenler İçin Yakılan Ağıtlar:
 Hastalıktan öldü. 1995 yılında sulu melencidden öldü. Torunum Ayşegül’ün ölümü üzerine söyledim.

 

       Bana verin bağlamayı
        Göstereyim ağlamayı
        Ayşe sende mi öğrendin
        Beni ağladıb dinlemeyi
        
        Başını daradım örmüye
        Aynalı toka vurmaya
        Ben Ayşe’yi gelin ettim
        Gomşular geldi görmeye

        Ben ağlarım ulum ulum
        Söyler ağzım durmaz dilim
        Ben Ayşe’yi gelin ettim
        Ağlıya mı ola Selim

        Ben ağlarım yana yana 
        Ellerine vurdum kına
        Onu dedesine verdim
        Hizmet etsin döne döne

        Irak deli gönlüm ırak
        Adana’nın yolu yurak
        Beni döller götürmedi
        Ayşe’m şimdi dedem gerek             (K.K.1)    


32 Şükrü Elçin, Halk Edebiyatına Giriş,  Akçağ   Yay., Ank., 1993, s. 290
33 Elçin, a.g.e., s. 291
34 Görkem, a.g.e., s. 92


        Motur  tutmamış freni
        Beğenmemiş mi süreni
        Nolur da bana gösterin
        Gardaş düşerken göreni

        Sana derim kele cennet
        Namaz da kılarlar sünnet
        Senin sözünden çıkmazdı
        Etmedin mi ona minnet

        Yosma anam kızı yosma
        Yeğenim sen bana küsme
        Bacım da okuntu salmış
        Kimi gömlek kimi basma
        
        Ağaçlarda döker yaprak
        Doydu mu ola kara toprak
        Samen kapıya gelince
        Şimdi bize ana gerek

        Akşam olur sabah olur
        Nolursa ölene olur
        Ben de burayı beklerim
        Belki anam geri gelir

        Başımda atmam oya
        İpek gömlek kanlı boya
        Gurban olam mühtü oğlum
        Bakamadım doya doya

        Bacılarım kele kakın
        Kakında evine bakın
        Bacım böyle iş olur mu
        Siz de buna bir taş dökün

        Şu emmimin kızı eşe
        Genede düşmüş teleşe
        Çok emekler ettin ona
        Helal et getmesin boşa

        Evimizin önü kazlar
        Döner de arkasın gözler
        Eller bile dayanmıya
        Çit gediye bizim kızlar (K.K.8)


        Sâmen oradan yürümeden
        Deli gönlüm harımadan
        Nasıl kıydın Kadir Mevlam 
        El kınası kurumadan 
        (K.K.4)

        Akşamdan gezmiş çardağın
        Elinde gümüş bardağın
        Varın söylen göğeye
        Beklenmesin boş kerteğe 
        (K.K.5)
    
        Hekili gönlüm hekili
        Kim olsun bunun vekili
        Hatca gelin ollum deyi
        Akşamdan kesmiş kekili 
        (K.K.5)
     
        Sâmen gelir gol gol gezer
        Beş katipçi çehiz yazar
        On liralık sırma hızar
        Hatça gızdan soyka galmış. 

        (K.K.5)


        Kapısının önü fındık
        Fındığın dibine konduk
        Soyka galmış Hatça gızdan
        Yedi çeşit yeşil sandık. 
        (K.K.5)

        Turnaya söylüyo dilim
        Böyle ben görmedim ölüm
        Hatça kızdan soyka kalmış
        Yedi perde on dört kilim. 
        (K.K.4)

        Sâmen gedikten aşmadan
        Düğün yemeği pişmeden
        Nasıl kıydın Kadir Mevlam
        Kına çapıdını çeşmeden. (K.K.5)

        Bülbül tikene gonar mı
        Öldü desem el ganar mı
        Yekinsene Hatça gızın
        Boş sâmen geri döner mi. (K.K.5)

Kıza nişan takılınca oğlan kızın kucağında ölmüştür. Kızın dezzesi oğlu. Bu olaya çok oldu.
 

        Öte yüzden beri yüzden
        Acı haber gelir bize
        Kırk tokalı nişan taktım
        Ayağı kademsiz kıza

        Kapımızın önü kesme
        Kesmenin dalına basma
        Heç bir hizmet edemedim
        Küsme dezzemoğlu küsme

        Kapımızın önü kuyu
        Kuyudan alırlar suyu
        Kalk get oğlan elin oğlu
        Delidir babamın huyu

        Kapımızın önü hurma
        Hurmanın dalları kırma
        Şimdi gelinçiniz gelir
        Çifte davul çatal zurna.   (K.K.9)

c) Çeşitli Sebeplerden Dolayı  Ölenler İçin   yakılan Ağıtlar:           
Kadının düğünü kurulmuş akşam kınacı gitmiş. Akşam kına yanmış gece mefaat (vefat) etmiş. Sabah kalkmışlar ki Hatça kız ölmüş, heç bir nedensiz yönden. Hatça kızın düğünü kalmış. ( Bu ağıt iki kaynak kişi tarafından birbirini tamamlayacak şekilde söylenmiştir.)

c) Çeşitli Sebeplerden Dolayı Öldürülenler İçin yakılan Ağıtlar:
Oğlan Metli uşağında, nişanlısı, Köleli’deymiş nişanlılıymış. Gavirler oğlanı vurmuş. Kız Cahan’ı geçmiş söylemiş.

        Otluk gayak otsuz gayak
        Bagamda sağdı bayak
        Güfeylana binmez iken
        İhi geldim yalın ayak

        Şöyle vardım baktım idi
        Mezarların otlu idi
        Eller beni gınamasın
        Elin oğlu datlı idi

        Gaplan gelmiş eğirmeye
        Yaşı gelmiş yirmiye
        Çok ananın kârı değil
        Böyle yiğit doğurmaya

        Cahan akar bucak bucak
        Ot biçerler kucak kucak
        Bin gidelim serin yere
        Çili yaz cib ısıcak


        Hele mezere mezere
        Mezerin otu bozara
        Ben Ahmed’a gelin oldum
        Peygamber’in gavli üzere. (K.K.7)

II. Kına Ağıtları:
Aydınlı göçebeden bir kız istemişler. Kız Aydınlı deyi beğenmemiş. Vermen beni dediyse olamamış, vermişler. 

 

        Gardaş gadanı alayım
        Pürçüğüne tel oluyum
        Kapına köle oluyum
        Vermen beni deveciye.

        Develerin hıydan almaz
        Adamların dilden bilmez
        Elin oğlu halden bilmez
        Vermen beni deveciye.

        Develinin yükü şeker
        Çarşıdan çarşıya çeker
        Anası dul kendi bekar
        Vermen beni deveciye.
    
        Develiye develiye 
        Vermen beni zır deliye

        Kaba ağaçlar kaba ağaçlar
        Don yuduğum o ak taşlar

        Hakyelerim hayır işer
        Vermen beni deveciye.

        Kardeş ekmeğin arttı mı 
        Babam ekinin yetti mi
        İşte bindim gidiyorum
        El kızı keyfin çattı mı. (K.K.4)

III. Ayrılık ve Ölüm Üzerine Yakılan Ağıtlar
a)Eşi, Çocuğu ve Ailesinden Ayrılanlar İçin Yakılan Ağıtlar:
1998 yılında Veli Hançer Boyalı’da babasıyla birlikte otururken onlardan ayrılıp başka yere göçtü.
        
        Sabın Cahana garışır
        Anan kiminen gonuşur
        Kuraban ollum aslan oğlum
        Adam babaya danışır

        Kurban ollum aslan oğlum
        Adam babaya danışır

        Gelmedin Havva dezzesi
        Azdın anayın yarası
        Oğlan göçüyen bebeğim
        Var mı araba parası

    
        Oğlan göçüyen bebeğim
        Var mı araba parası

        Gucağında gonca gülü
        Gız sana ne dedim gelin

        Ayşe hıstasını sakla
        Durmaz gelir benim Veli’m

        Ayşe hıstasını sakla
        Durmaz gelir benim Veli’m. (K.K.2)

b)Askere Gidenler için Yakılan Ağıtlar:
Van’da oğlum askerdi. Mektubu biraz gecikti. Oğluma duygulandım yazdım.

    Akşam olur koğuşunda yatarken
    Sabah olur silahını çatarken
    Sıfırın altında nöbet tutarken
    Memleketin gıymetini bil gayrı

    Resmini ben cebimde saklarım
    Her gün gider postaneyi yoklarım
    Gecikdirme mektubunu beklerim
    Komutandan izin alda gel gayrı

    Bu vatana helal olsun kanımız
    Böyle diyor imanımız dinimiz
    Akşam olmaz şu kısacık günümüz
    Gecelerin sabah olmaz gel gayrı

    Çoban oğlum hiç üzülme boşuna
    Karışılmaz yaradanın işine
    Zengin fakir hepimizin işine
    Akan gözleriyin yaşını sil gayrı. (K.K.6)

IV. Diğer Konularda Yakılan Ağıtlar:
Birisi yaylaya göçüyemiş. Görümünün yanına bir gelen olmuş. Gelinin üstüne atmış. Gendi beni yanımdan gaçmadı. Gelinin yanından gaçtı, demiş. Gelini kayını tarafından vuruluya, göçüp gidiyeler. Gelin yurtta kalıya. Bu yaralı şekilde kalıya. Kadın herkes göçüp gidiyeler. Davar çobanı, çoban yalvarıya, ne olursun bana bir zehir bul. İçeyim de ölüm. Ben de bu yurtta kaldım diye. Çoban gidiye. Bir kaplumbağa kabuğu buluya. Geçiden süt sağıya. Gidiye bir yılan buluya. Yılandan zehir alıya. Sütünen katıya getiriye. Sana süt buldum diye. Sütü içersen iyileşeceksin, diye. Yalınız kadını öldürmeye zehiri getiriye. Kadın içiye kurtulayım bu rezillikten diye. Alıya içiye. İçtikten sonra gadın iyileşiye. Kadın ayağa kaklıya.

 

        Er konarlar er göçerler
        Sinek yurtta kalsın diye
        Haymaya ataş sokarlar
        Yaralı Elif yansın diye

        Loluk deyi bir su akar
        Yonsulu yüzüne çıkar
        Osman demeyim amma
        Veli’n ağan dayın çıkar

        Hebibi gümüş hebibi
        Gümüş pişirir kebebi
        Kalankını demeyim amma    
        Büyük görümüm sebebi

        Düldürün bastambakları
        Gün değer de erir mi ola
        Osman’ın gözünün yaşı
        Beni görür unudur mu ola

        Göç gediye görünerek
        Ben degaldım yerinerek
        Yaralıyam kakamıyam
        Su alırım sürünerek

        Yüce kaldırın salını
        Getsin görünü görünü
        Bu kimin nesi derlerse
        Deyis Osman’ın gelini. (K.K.4)

Eskiden konup göçebe hayvancılıkla, yaylada devecilik zamanlarında Ahmet Bey varmış. Babası ölmüş. Amcasının yanında yetişmiş. Bey olarak hitap edilir. Amcası, kızını Ahmet Beye veriyor, nişanlıyor. Amcası diyor ki; Ahmet Bey yurt yerlerini gez, hayvanlardan bir şey kalık mı, diyor. Atıyla beraber gidiyor. Varıyor ki orada bir deve yatıyor. Bir tane deveye tekme vuruyor. Tekme ile vurmasıyla beraber deve dizinden ısıryor ve amcasıgilin peşinden gidip onlara gavuşuyor. Amcası bakıyor ki dizi yaralanmış. Ne oldu deyince, deve ısırdı, diyor. Bu arada yaylada iyi olmaz geri gönderin diyor. Göçü geri gönderin diyor. Seyile gidelim diyor ve bu yarayı yedi yıl çekiyor. İltihaplıyor artık duygulanıyor. Nişanlısı önceden yedi defa uğruyormuş. Sonra gelip gitmez oluyor ve duygulanıyor. Nişanlısına kendi ağzıyla söylüyor.
 

    Yedi yıldır bu kapıdan geçen yok    
    Çağıryom dışarıya çıkan yok
    Ben ölüyom ateşimi yakan yok
    Söndürmeyin çıramı derim ağlarım    
    
    Ben ölüyom ateşimi yakan yok
    Söndürmeyin çıramı derim ağlarım    


    Yedi yıldır ciraat akar bu tenden
    Osandım canımdan tükendim tenden                       
    Heral kömür gözlüm vazgeçmiş benden
    Kendi eliminen saram derim ağlarım

    

    Heral kömür gözlüm vazgeçmiş benden
    Kendi eliminen saram derim ağlarım

    

    İşte kılıç işte meydan diyene
    Canım kurban kıymatımı bilene    
    Ben yarimin abdalıyım kime ne
    İmdat senden Kadir Mevla’m imdat oy  
 

    Ben yarimin abdalıyım kime ne
    İmdat senden Kadir Mevla’m imdat oy. (K.K.3)
    

Deveye oyna demişler, dokuz çadır yıkmış. /
Yörük Deyimlerinden

bottom of page