Kaynak : Kültür Bakanlığı, Tatar Halk Edebiyatı, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi
Alan'ın Hun, Hazar ve Kıpçak ile sıkı bağlantısı da bunların dil-kavim yakınlığını gösterir. İyice araştırılıp ve objektif olarak analiz edilirse Alanların pek çok Türk halkı ile sıkı, dostane ilişkilerde bulunduğu anlaşılır. Onlar Sarmat'tan ayrılmışlar, Sarmat'tan olan Roksolan (Uraksı Alan) ile ayrılmamışlar, Sirak (sart-ak yani kıpçak) ile Aors (auar ~ avar -as- Yunanca ek) yazık (yas-ak) kabileleri ile birlikte hareket etmişler.
Şimdi Alan-Hun ilişkileri üzerine daha fazla duralım. Resmî tarih biliminde Hunlar hakkında şu şekilde görüş yerleşmiştir: Hâsılı Hunlar ilk olarak II. asırlarda Orta Asya'dan Ural boylarına göçüp gelirler, sonra IV. asrın 70'li yıllarında Doğu Avrupa'ya girerler ve oradaki bütün diğerlerini hareketlendirir ve neticede halkların büyük göçü başlamış olur. Avrupa'da o zamana kadar hiçbir Türk halkı olmamış, yani bu Hunlar da ilk Türkleri oluştururlar.
Hunlar Avrupa'ya geçince en önce Alanlara boyun eğdirirler. Balambir komutasında Don'u da geçerlere, Karadeniz'in kuzeyine geçen Gotlar'ı, Ostrogotlar'ı tarumar ederler. Vizigotlar'ı Trakya'ya kovarlar. Kafkasya civarmı geçerken, Hunlar Suriyeyi'yi ve Kapadokya'yı yağmalarlar. Şimdiki Macarların yerleştiği Nannoniye'yi yurt tutup, Roma İmparatorluğuna saldırıp dururlar. 451 yılında Atilla komutasında Galliya'ya (bugünkü Fransa'ya), Kuzey İtalya'ya girerler; fakat Katalavn kırlarında Romalılar, Vizigotlar ve Fransızlar tarafından darmadağm edilirler. Atilla ölünce (453 yılında) Hunlar arasında kargaşa çıkar ve onları Cermen kabileleri Pannoniya'da yenerler. Bundan sonra Hun birliği dağılır, onlar Karadeniz boylarına giderler, orada halk olarak yok olurlar; fakat Hun ismi Karadeniz boyundaki başka göçerleri ifade etmek için çok uzun zaman kullanılır. Gerçekle bağdaşması hiç mümkün olmayan bu bilgileri, resmi tarihten alıp Büyük Sovyet ansiklopedisinde L.N. Gumilev genelleştirerek sunar (Gumilyev L.N. Gunnı).
Daha gerçekçi, daha sağlam bir şekilde düşünülürse, kimbilir nereden gelip giren bu göçebe Hunlar, böyle çabucak İdil'i geçip, çok güçlü kabul edilen Ajlan'a boyun eğdirip, kuvvetli Cermen kabilelerini tarumar edip, daha da ileri giderek, Suriyelileri, Anadoluluları (Kapadokya'da) yağmalayıp, Pannanina'yı da alıp, Galiya'ya, Kuzey İtalya'ya girebilir miydi? Elbette ki, hayır. Ondan sonra L.N. Gumilev gerçek Hun'un yok olduğunu, Hun diye göçebelere denmeye başlandığını nasıl belirliyor ki? Hun diye Türk'ten başkalarının adlandırıldığını tarih bilmez.
Bir soru daha ortaya çıkıyor: Niçin Roma İmparatorluğunu genişletirken, Roma askerlerinin türlü yerlere girmesi büyük göç olmaz da, Roma imparatorluğu sınırlarından merkeze girip, onu dağıtmaya gelen askerlerin harekete büyük göç diye söylenir? Bu, belki, resmî tarih ilminin imparatorluk tarafını tutmaya çalıştığı içindir. Belki de, Roma İmparatorluğunu parçalamaya ezilmiş halkların bağımsızlık hareketidir dememek ve başka imparatorluklarda ezilip yaşayanlara örnek göstermemek içindir?
Nihayet, daha genel bir sorudan da bahsedelim. Neden Türkler önce Hun adıyla ancak IV. asırda, Asya'dan Avrupa'ya gelmeyi düşünmüşler ve onların Avrupa'da yok olmalarını "bekleyen" Avarlar Asya'dan Avrupa'ya aceleyle gelmişler, ondan sonra birer birer Türkler, Hazarlar, Peçenekler, Kıpçaklar Asya'da çoğalıp Avrupa'ya gelip yok olmuşlar? Gerçek tarih, malumdur ki, böyle olamaz. Türkler Avrupa'da önceden nasıl yaşamışlarsa, öyle yaşamaya devam etmişler, sadece onların umumî isimleri sürekli değişip durmuştur. Hangi kabile üstün gelirse, onun ismi umumî kavim adı olarak yerleşip kalmıştır.
Gerçekten de çok sayıdaki Skif-Sarmat kabileleri arasında Hunlar (Rusça hunn veya gunn, Tatarca - sön diğer Türklerde, mesela Başkurt'ta - hön) daha evvel göze çarpmamışlar, M.S. I. asırlarda onlar kendi mevcudiyetlerini ciddi derecede hissettirmeye başlarlar, diğer Türk kabilelerinden daha üstün olmaya başlarlar. Yunan kaynaklarına girerler; fakat orada Hunları Asya'da gelmiş diye hiç kimse düşünmez ve de yazmaz.
Yunan tarihçisi Dionisiy (I-II. asırlar arasında yaşamış) şöyle yazar: Hazar Denizi'nin kuzeybatısında Skifler, Hunlar, Kaspiyler (Hazarlılar), Albanlar, Kauslar... yaşar (Latışev V.V., 1873, 186). Yukarıda söylendiği gibi, Skifler esasen Türk'türler; Un Htm'dur; çünkü h sesi çoğu defa düşer; kaspi - "kas, kaya bakımından zengin" manasında Türk sözü, demek ki Türkleri isimlendirmiş. AlbanAlvan- Alan kavim adı da Türkçe; Kadus da Kad~Kaz~Kas "kaya", us "uz" şeklinde bölümlerden oluşur ve Türkleri adlandırır. Görülüyor ki, Kafkas' ta ve Avrupa'da çok önceden Türk kabileler çok var olmuş. Hunlar da varmış, bundan dolayı Dionisiy onların bir yerden geldiğini falan söylemiyor.
Ptolemey (II. asır) şöyle yazar: Avrupa'daki Sarmatiya'da Agafirslerden (agadir ~ agats-ir ~ ağaç er - M.Z.) daha aşağıda Savarlar (Türkler -M.Z.), Vastirnler ve Roksalanlar (uraksı alan - M.Z.) arasında Hunlar yaşar" (Latışev V.V.,1893,231-232).
IV. asırda (Asya'dan Avrupa'ya, güya Hunlarm girdiği çağda) yaşamış Filostorgiy, Hunlar hakkında yazdığı zaman, onların Asya'dan geldiklerini de zikretmez. D,"Bu Hunlar, muhtemelen, eskilerin Nevr diye adlandırdığı halktır; onlar Tanaid sularının aktığı Ripey dağları dolaylarında yaşamışlar", diye yazar (Latışev V.V., 1893, 741). V. asrın II. Yarısında yaşam; Zosim, Hunları, hükümdar Skifleri alarak düşündüğünü bildirir (aynı eser, 800), Skif'in ise Türk olduğu bilinen bir şeydir (Karafkin, P.L, 1978,39-40).
Böylece, Skif-Sarmatlar arasında Hunlar kendi varlıklarını ancak M.S. I. asırda bildirirler; ama onlar hakkında ilk bilgiler M.Ö. III. binli yıllarda olmuş hadiselerle beraber Asur kaynaklarında kaydedilir.
IV. asırda Hunlar gerçek hakimiyeti ele geçirirler, Alanlar'a da boyun eğdirirler, onlarla dostça ilişkilerde, Roma İmparatorluğunun sömürgeci politikasına karşı ayaklamlar. Önce Kapadokya'da Doğu Roma askerlerini yenerler, ondan sonra bu imparatorluğun batısında yeni sömürücülere, yani Gotlar'a karşı çıkarlar. Tabii ki bunlar da Alanlar da halkının tamamı ile batıya göçmez, halk kendi yerinde kalır, ordu ve orduyu eğitenler göçer, hücum eder, yani "büyük göç" olmaz.
IV. asır sonlarında Hunlar, Alanlar ile birleşerek, Kara Deniz boylarını ele geçirmek için gelen Gotlara karşı hücuma geçerler. Ammian Martsellin bu çağda Hun ve Alan'ı aynı halk olarak görür (Vinogradov V.B., 1974,113).
Atilla ölünce (453) Hun birliği yavaş yavaş dağılır, Hun kabilelerinin yerlerini diğer Türk kabileleri, Alanlar, Hazarlar alır; fakat Hun (sön) kabileleri yok olmaz, başkalarının arasında yaşamaya devam ederler, yavaş yavaş başka kavim adı kabul ederler.
Hun-Alan hareketi, Galya'ya girince, tarihte daha çok Alan hareketi olarak kaydedilir. Alanlar 409 senesinde Galya'yı tarumar edip, İspanya'ya gelip girerler, orada Luzitaniya'nın (Portekiz'in) ve Kartaca'nm orta kısmını işgal ederler. 416 senesinde Vandallar İspanya'ya girip, Alanlar'ı yenmeyi başarırlar. 429 senesinde onlar Alanlar ile beraber, Afrika'ya çıkarlar, oradaki Rum askerlerini darma dağın ederler. Afrika'da Vandal-Alan devletini kurarlar, oradan gelip Roma İmparatorluğunu parçalarlar. Fakat Karadeniz'in kuzeyinde, Kafkas'ta, İdil boylarında kayan Hunlar ve Alanlar birlikte dostça yaşamaya devam ederler.
Hunların imparatorluğu yıkılınca, Türkler arasındaki diğer kabileler üstün olmaya çalışırlar. Bu yüzden Bizans kaynaklarında Türklerin diğer kavim adları sıkça dile getirilir: Akatsir, Barsil, Saragur, Savir, Avar, Utrigur, Kutrigur, Bolgar, Hazar vb. Barsiller içinde Alanlar gösteriler, bazılarında Barsilya Alan ülkesi idi, diye kabul edilir (Çiçurov İ.S., 1980,117). 679-680'li yıllarda Feofan şöyle yazar: "Berzilya içinden, yani birinci Sarmatiya'dan, büyük Hazar halkı çıkmış ve Karadeniz boylarında hakimiyet kurmaya başlamış" (Çiçurov İ.S., 1980, 61). Demek ki, Alan ile Hazar aynı olmuş.
Tıpkı Hunların yerinde Alanların kaldığı gibi, V. asırlarda Hazarlar Alanları kendilerine tabi etmeye başlarlar (Vinogradov, V.B., 1974,118). VIII. asırda Arap hücumu zamanlarında Alanlar Hazar tarafındadırlar. "X. asırda durum değişir. Artık şimdi Hazarlar kendileri Alan'ı en güçlü devlet olarak tanırlar" (Vinogradov V.B., 1974,118-119).
X. asırdaki kaynaklar Kuzey Kafkasya'da Kıpçakların (Polovtsi) yüksekliğini haber verirler. Kıpçaklar da Alan ile beraber dostça yaşarlar (Djnanaşvili M., 1897,36). Bu bölgede Kıpçaklar da, Alanlar da Hıristiyanlığı kabul ederler.
1222 yılında Alan-Kıpçak askerleri Moğol hücumlarına karşı çıkarlar. Birleşen kuvvetleri yenmek zor olur diye, Moğol-Tatarlar hile yoluna başvururlar. "Cengiz Han'ın askerî komutanı... Kıpçaklara güzel hediyeler gönderir ve şöyle sözler ekler: "Kıpçaklar Moğol ile aynı kabileden olarak, Moğol'a karşı gelmesi, yabancı soydan olan Alan ile dost olması gerekmez" (Karamzin N.M., 1988,142). Bu haberi ulaştırırken, Moğol-Tatarlar'ın eline geçer. Kıpçakların bir grubu olan Bulgar (Aslar) devleti de 1236 senesinde, Kuzey Kafkasya'daki Alan-As birliği de 1238 yılında Cengizîlere itaat ederler.
Böylece, Alanlar anlı şanlı uzun yollarını kendilerinin Türk kardeşleri olan Hun, Hazar, Kıpçaklar ile birlikte geçerler. XIII. asırda onların Türk kabileleri arasındaki hakimiyetleri biter. Fakat bu onların fiziki olarak yok olduğunu anlatmaz, onlar Türk kabileleri arasında yaşayarak yavaş yavaş başka kavim adları kabul ederler.
Avrasya'nın çoğu bölgelerine dağılan Alanların Osetin olması ve Osetin olarak, çok küçük halk olarak kalması hiç mümkün değildir.
Resmî tarihin bu fikri halkın yavaş yavaş gelişmesi veya asimile edilmesi sürecine de ters gelir. Eğer çok geniş bölgede iki bin yıl boyunca Osetinler yaşamış olsa, onlar "bir yerlerden Hunlar gelip çıkınca" aniden yok olmazlar veya Türk'e dönüşmezler idi. Kısacak bir zamanda bu tarihî sürecin olması mümkün değildir, bu birincisi. İkinci olarak, bu söylenen bölgelerde sırf Osetinler olup, Türkler ise (Sönler) ancak IV. asırda gelmiş olsa, bu civarlarda önceden yaşamış olsalar, daha VI. asırda Pasifik Okyanusu'ndan Adriyatik denizine kadar Büyük Türk Kağanlığını kuramazlardı.
Şayet Alanlar ve onların selefleri Skif-Sarmatlar Osetin olsalar, hemen hemen bütün Avrasya'da Osetin yer adları kalırdı, ama yoktur. Hatta İranFars yer adları da parmakla sayılacak kadardır, ancak Türkçe yer adları dolup taşıyor.
Nihayet, Avrasya'nın böyle geniş yerlerinde umumî Skif, Sarmat, Alan isimleri altında sadece İran dilli Osetinler yaşamış olsalar, şöyle bir soru ortaya çıkar: Bu yerlerde daha sonra Slav, Türk, Ugur-Fin kabileleri nereden gelip yerleşmişler? Yoksa uzaydan mı gelmişler?
Böylece, hatta işte böyle umumî görüşler boyunca da, açıkça görünüyor ki; Skif, Sarmat, Alanları İran dilli Osetinlerdir diye iddia etmeye çalışmak tarihi bilerek bozmak, gerçekten fantaziye, uydurmaya meyletmekle birdir. Aslında bütün bilgilere göre Skif-Sarmat-Alanlar temelde Türk dillidirler.
Tatarların kökünü Türk diye gösterip, biz buraya kadar Türk'ün Avrasya'daki öz köklerini açıklamaya çalıştık. Şimdi tekrar Tatar'ın İdilUral'daki köküne dönelim.