top of page

Tuva'nın Tu'su

Güncelleme tarihi: 21 Oca


Tuva, Tuvart, Tuva Art, Tuva ne demek, Ön Türkçe

Tu = doğmak Türkçe'dir, evet. Tuva da doğdu demektir, ona da evet. Fakat Kur'an'da dikkatimi çeken Tuva'nın anlamı, bir önceki yani 'Sümerce Dilinde Tuva'nın TU'su' başlıklı yazımda boşa düşmektedir.

Kelime kelime çeviri hatası yapan çevirmenler gibi ilerlersem, sayısız hata yapmam elbette ki mümkündür. Üstelik de kaç zaman dilimine yayılmış çeviri söz konusu ise... Fakat bu anlayıştan her zaman uzak durduğum, bilinmektedir.


En baştan beri yazdığım üzere Tuva, Kur'an'da Ta-Ha suresinde Kutsal Vadi anlamına geliyordu, çünkü doğrudan Kur'an bu şekilde açıklıyordu Tuva kelimesini. Dolayısıyla 'dağ' ile ilgili bir şeylerin TU'da muhakkak surette olması gerekiyordu, diye düşünüyordum.

Zaten Kur'an'daki tamgalar (Ta-Ha, Ya-Sîn, vs), Kur'an'ın aktarılmaya başlandığı dönemde o bölgeye hakim olan dip kültürü; o kültürün dilini yani Türkçeyi bize aleni olarak fısıldıyor.

Bu noktada yine belirtmem gerekiyor ki; Kur'an'da beni düşünmeye sevk eden tek konu dildir. Çünkü benim konum sanat ile başlıyor, dil ile devam edip kültür olarak noktalanıyor.

Kur'an'ın gerek yukarıdan, gerek aşağıdan gelmiş olması benim konularımın zerrece dâhilinde değildir. Yani beni ilgilendiren en önemli kısım; o dönemden kalma bir kitabın bize ulaşması ve içindeki dildir.

O halde...

Bu kadar geniş bir coğrafyada, bu kadar derin bir kültür, bu kadar geniş bir dil ile bütün bu parçaları nasıl toparlayacağız?

Hem Kazım Mirşan'a ve Sümerlere hem de Kur'an'a aynı anda nasıl hak vereceğiz?

Elbette ki dilin izini sürerek.

Başka yolu yok.

Tav kelimesi bugün bile Altay bölgesinde 'Dağ' anlamında bir kelimedir.

Hatta ben bu kelimeyi bir şarkıda ilk duyduğumda çok sevinmiştim, "İşte Tuv kelimesi ve dağ demekmiş, buldum!" demiştim.

Fakat yazılış olarak bir de baktım ki bu kelime tav imiş tuv değil.

Çaresiz, devam ettim iz sürmeye.

Geçtiğim merhaleleri kalem kalem anlattım önceki yazılarımda.

Şimdi burada da Altay, Alatavu, Alatava, Altatuv, Alatoto, Alataa, Altau, Aladağ kelimeleri üzerinde durmak zorundayım.

Sümer dilinin Ön Türkçe olarak ifade ettiğimiz dönemden yaklaşık olarak 35 bin yıl kadar sonra olmasını kriter olarak en başa koyarsak; Sümer dilindeki Tu'nun çok daha yakın dönem olduğunu söylemek mümkün.

Kazım Hocamızın da Sümer yazıtlarında ve Arap yarımadasındaki çalışmalarının az olması sebebiyle bu bölgedeki Türkçe izlerin tam olarak dışında kalması da doğaldır.

Nereye mi bağlıyorum lafı?

Evet, şöyle söyliyeyim.

Al-tay başta olmak üzere Tavu, Tov, Tav, Taa, Tava kelimeleri hep aynıdır.

Kökü TU'dur.

Tu sadece Türklere has alanlarda 'Dağ' olarak da kullanılmıştır.

Sonra tav, taa, tavu, tov gibi kullanımlarla ağızlara bölünmüştür.

Ağızlara bölünen Art kelimesinden de Aratta, Erette, Urartu, Ararat gibi kelimeler türemiştir.

Bölge yayıldıkça, ilerledikçe sondan eklemeli ekler ve yan anlamlar türemiştir.

Örneğin AL kelimesi bugün kırmızı anlamında kullanılmaktadır.


Oysa ki AL kelimesi çok çok çok çok çok eski dönemlerde Yüce - Ulu - Kutlu anlamında kullanılmaktadır. AL-La adında İslam öncesi büyük bir ilahın Türkistan bölgesinde hüküm sürdüğü de Türk Mitolojisinde yer almaktadır.

Yani AL - Tay = Kutsal Dağ demektir.

Ve bu dağın adı bir bölgeye isnat edilmiştir. Bu duruma Sümerce'de de rastlıyoruz.

Sümer tabletlerinde geçen Ararat kelimesi şimdiki Güney Azerbaycan'ın batısındaki dağlık bölgeye verilen addır. Bölgeyi şu şekilde tarif edebiliriz:


Urmu, Salmas, Hoy ve Negede şehirleri ve onların batısındaki yerler yani Zagros dağlarının en kuzey kesimi ile bu dağların Toros'un doğu kesimiyle birleştiği yer.


Ararat kelimesi milattan önce 4 - 3 bin yıllarda Sümercede dağlık bölge için kullanılmış ve YÜKSEK YER / YÜKSEKLİK ALAN olarak çevrilmektedir. Al-Tay gibi.

Sümerlerin büyük dedelerinin Altay kökenli olduğunun çeşitli Türk olmayan bilim adamları tarafından da ortaya konduğunu bir önceki yazımda yine belirtmiştim.

Çok zorlanıyor beyniniz biliyorum ama bütün malzemeyi sermeden, toplamam mümkün değil.

Daha uzatmadan derhal 'tiz' ve 'diz' kelimesine de yer vermeliyim bu noktada.

Azerbaycan'da Dizemercan, Dizehelli, Serkendize adlarında köylerin bulunması da bir alt konudur. Tiz - diz - dize = tepe / lik demektir.

Bu kelime yerini daha sonra tepe'ye bıraksa da yine de özel adlarda, özellikle köy adlarında varlığını bugün de sürdürmektedir.

Yani DİL OLGUSUNU aslında dünya insanları olarak pek bilmiyoruz.

Tüm dünya dil bilimcilerinin böyle bir sefil durumla yüz yüze olduğunu söylemek zorundayım.


Keza T harfinin önce AT tamgası olarak sonra Ta olması, TU olması, sonra ek alması ve Tingir / Tengri / Tanrı olması sanıldığı gibi akşamsan sabaha olan işler değildir. Binlerce yıllık bir takvime karşılık geliyor dönüşüm süreci.

Dolayısıyla biz de Türk DİLİni aslında bilmiyoruz.

Türkçenin merhalelerini de bu sebeple kavrayamıyoruz. Hep aklımızda üç beş günlük mesafeler, katmanlar...

Üç beş günlük işlerle koskoca bir dili kavramaya çalışıyoruz.

Haliyle büyük hatalar yapıyoruz.

Oysa ki bir dilin merhalelerinin yaklaşık olarak 4 ve 5 bin yıl kadar bir zamanda hafif hafif değiştiğini düşünürsek, Türkçedeki bu merhale geçişlerinin aralığı sebebiyle Türkçe'nin macerasının öyle 40 - 50 bin yıl filan olmadığını büyük bir rahatlıkla söyleyebilirim. Milyon milyon yıllık bir dille karşı karşıya olduğumuzu da aynı rahatlıkla söyleyebilirim. Durum, bunu gösteriyor.

Yani ben diyorum ki en az 10 milyon yıl, siz deyin 20 milyon yıl; ortada buluşalım 30 milyon yıl kadar bir zaman tasavvur edebiliyorsanız zihninizde o zaman buna inanın ki böyle bir zaman dilimi Türkçe'nin evreleri için mümkündür.

Arap Yarımadasındaki Türkçe'nin hele hele Sümerlerin kullandığı Türkçe'den bile eski halinin olması ise akla zarar bir durumdur.

Düşünebiliyor musunuz?

Sümerler, bugün en popüler kavmimizin adı.

Yazıyla, dille, sanatla, matematikle, astronomiyle, mimariyle, tarımcılıkla, şehircilikle efsaneler yaratmış olan kavmimiz o bölgeye gitmeden çok çok çok çok önce birileri oralarda ve Türkçe'nin primitif dönem halini kullanmış.

Sümerler de zaten parmağını ıslatıp rüzgara tutup, şuraya bir göç edelim bakalım ne olacak diyerek kalkıp bir maceraya atılmadı sanırım.

Olsun ki büyük amcası, olsun ki efsanevi dedesi o bölgelerdeydi ki, oraların gidilip şehir kurulabilecek yerleri bilinerek gelinip yerleşme hali olması akla yatkın olan ihtimal değil midir?

Yoksa gerçekten Türklerin, amaaan çok sıkıldım buradan, haydi kalkıp şöyle bir dolaşalım diyerek kitlesel bir hareketle şuraya buraya gittiklerine mi inanacağız?

Aslına bakarsanız şimdiye kadar böylesine başı boş dolaşmalara inandırıldık, bugünden sonra da inanmaya devam edebiliriz elbette. Ama ben işlerin böyle yürüdüğünü düşünmüyorum.

Üstelik elimde dil gibi sanat gibi kültür gibi muazzam bir de ölçü birimi var. Daha önemlisi birbirini destekleyen bu üçlünün yaklaşık zaman dilimlerinde, birlikte evrildiklerini de hayretle görüyorum.

Bize anlattıkları gibi "Atladım atıma; kalktım geldim buraya; çöm dedim ahalime ve kaldım burada." gibi bir anlayışla yurt edinilmesini gerçekten inandırıcı bulmuyorum.

Ayrıca buna neden inanılır? Anlamış değilim.

Keza Yemen'deki tabletlerin tamamına yakınının Türkçe yazılmış olması da işin bir diğer yüzüdür.

Daha da önemlisi Yemen kralının makam adının Tu(v)ba olması da tesadüflerden biri diyelim haydi!

Ona tesadüf, buna tesadüf, şuna yorum, buna yorum; o zorlama fikir, bu yakıştırma diyelim ve dolanıp duralım; öyle mi?

Peki o halde soruyorum, cevap verilsin:

Tu kelimesi hangi dildendir ve anlamı nedir?

30 milyon yılı geçtim 10 bin yıl önce Arapça'da dağ ne demektir?

10 bin yıl önce Farsça'da dağ ne demektir?

10 bin yıl önce İbranice'de doğmak ne demektir?

10 bin yıl önce dağlık alana bütün bu dillerde ne deniyordu?

Bütün bu adı geçen dillerde bu kelimenin türeyişleri nasıldır?

Bana belge getirsinler.

Belgeyle birlikte bilgi getirsinler.

Desinler ki hatta Arapça, İslam'dan önce de muazzam bir dildi. Ama İslam ile yayılma imkanı buldu. Ondan önce bu muazzam dil neden bir kabileye aitti?

Evet evet, söylesinler bu dil birden bire nasıl böyle gelişti, yayıldı, dağıldı?

İnsanlar birden bire Arapçayı kolaylıkla nasıl öğrenmeye deli gibi başladı?

İslam sebebiyle mi?

Yapmayın.

Araplar haricindeki hiçbir Müslüman, Arapça bilmez.

İslam'ın kaidesi Arapça değildir, dil değildir. Ritüelleridir.

Peki bu din nasıl yayıldı?

Araplar bir anda bütün Asya dillerini bir anda nasıl öğrendi de iletişime geçti?

Bir anda çevirmenleri nasıl buldu da Kur'an'ı anında çevirip çevirip dünyanın yedi düveline mektuplarla yolladı. Yoksa İngilizce o zaman da mı global dildi ve diyaloglar İngilizce mi yapıldı?

Kabul etmeyenleri de elleriyle koymuş gibi kalkıp gidip kesip biçti?

Nasıl oldu bütün bunlar?

Arap orduları bir anda nasıl bir askeri dehaya erişti?

Bir anda parladılar, ne önceleri var ne sonraları var; bir dönemde birden bire askeri efsane oldular.

Sonra da ensesi yağlı, göbekli tiplere dönüştüler.

Bakınız vücut yapısı doğrudan genlerle ilgilidir.

Benim dedelerim savaşçı olduğu için ben bugün Arap tipiyle yağ bağlamıyorum.

Ve hiçbir Arap da bana benzemiyor ve atletik değildir. Vücutlarının yağ oranı yüksek.

Çünkü adamlar savaşçı değil.

Peki o savaşları nasıl yaptı bunlar? Dım-tıs kültürüne sahip bu haramilerin ordularında kim/ler vardı?

Cevap versinler.

Ne oldu bunlara bir anda asker oldular, ne oldu bunlara bir anda yetmiş dilde mektup yazdılar, ne oldu bunlara da bir anda kabile geleneğinden çıkıp koskoca medeniyet seviyesine çıktılar?


Allah'ın hikmeti mi?

Peki aynı Rab, bugün bu Araplara neden o büyük medeniyetin niteliklerini ve askeri gücü bağışlamıyor?

Konunun Arapla - dini tefekkürle filan bir ilgisi yok. Arap Yarımadasında ciddi bir TÜRK kültürünün ve hatta doğrudan Türkler olduğu gayet açık. Asya ile başka türlü diyalog kurmak mümkün değil. Asya'ya atını sürüp şuraya buraya haber salmak asla mümkün değil Türk olmadan.


Sümerlerin Mezopotamya'ya gelip yerleşmesinden daha önce bölgeye yerleşen ve sakin yaşam süren Türkler, Yemen'deki yazıtları ile çok sonraları kendilerini göstermiştir.

Yemen'de Türk adı taşıyan bir yöneticinin de oraya üç - beş gün önce gitmediği açıktır.

Bölgede ciddi bir Türk yerleşkesi vardır. Kur'an'daki Türkçe kelimeler de o bölgedeki dil yapısının Türkçe tabanlı olduğunun göstergesidir.

Ve Kur'an'daki ifadenin yani Kutsal Vadi'nin dağ kısmı, Altay kelimesinde olduğu gibi dağ ile ilgisi dilimizin gelişim evresince mümkündür.

Tam doğruyu karşılamasa bile kısmen bu yaklaşım doğrudur.

Geriye sadece bu dağ bölgesinin neresi olduğunu bulmak kalıyor. Keza bu kadar kutsal bir yerin, gerçekten de Allah'a inanan tüm insanlar tarafından bilinmesi ne kadar önemliyse benim için de Türkçe ad taşıyan bu kutsal yerin varlığı bir o kadar heyecan vericidir.

Ancak benim bu konuda ilerleme şansım diyebilirim ki hiç yok... Bu da demektir ki TUVA'nın neresi olduğunu bulacak kişi, ben değilim; bir başkası.

Şimdiden o arkadaşıma kolaylıklar diliyorum.

112 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page