Burada ilk yazımız olması sebebiyle, genel olarak dünyaya bakış açımız hakkında çok kısa bir bilgi aktarmak isterim.
Türk’e göre, Türk’ten yana, Türk için olan yaşam felsefemiz asla faşizan bir yaklaşım içermemektedir. Mensubu olduğumuz Türk Kültürünün göz kamaştırıcılığını bir sanatçı olarak anlatırken yüksekten atıyormuşuz gibi görünüyorsak bu da bizim kabahatimiz değildir. Atatürk’ün de ifade ettiği gibi ‘Dünyanın neresinde bir medeniyet varsa, mutlaka orada Türkler bulunmuştur’ fikri; döneminde yazdırmış olduğu Tarih ders kitaplarında okunan alt yazıdır.
Son derece güzel ifadelerle ve hiç de yabana atılmayacak kazı belgeleriyle ulaştığı sonuçları genç nesillerle paylaşan Atatürk’ün, bu kitabı elimizde olması sebebiyle biz de bu terbiye ile yetiştik. Geri adım atmaya da hiç niyetimiz yok.
Tanrının Kutsalı Tuva konusu ise artık neredeyse gençliğimden bu yana sürdürdüğüm, iz sürdüğüm girift bir konudur.
Muammadır.
Tarihçilerimizin, Türkologlarımızın yüzünün karasıdır.
Hatta öyle ki; Tuva’da yaşayan kardeşlerimizin bile, hatta entellaktüalitesi yüksek sanatçıların bile cevap veremediği ‘TUVA KELİMESİ TÜRK MÜDÜR, ANLAMI NEDİR?’ sorumuzun cevabı üzerinde yıllarca, sabırla, inatla, dikkatle yürümeye devam ettik.
Bu yürüyüş bizi Sevgili Halûk Tarcan hocamızla ve Sevgili Kazım Mirşan Hocamızla buluşturdu.
Kısmet oldu.
İşte Tuva kelimesi hakkında Halûk Tarcan Hocamla görüşmem ve beni Kazım Mirşan hocamıza yönelndirmesi ile telefonda yapmış olduğumuz söyleşimiz.
TANRININ KUTSALI TUVA
“İnnî ene rabbûke fehla' na'leyk inneke bil veadil mugaddesi Tuva”
Kuran’da Ta-Ha suresinin on ikinci ayeti bu şekilde.
Türkçesi ise şöyle: “Benim ben, senin Rabbin! Hadi, pabuçlarını çıkar; sen kutsal vadide, Tuva'dasın.” Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk. "Ben şüphesiz senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar, çünkü sen kutsal bir vadi olan Tuvâ'dasın." Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır.
Yeri gelmişken Rabb kelimesinin Türk halkı arasında “ilah” olarak kullanılması yanlışlığının en kısa sürede bitmesine dair dileklerimizi şuraya bırakalım. Çünkü Rabb kelimesi öğretici demektir ve Eski Ahit kitaplarının tamamında Rabb kelimesi yanına parantez açarak “öğretmen” açıklaması yapılır.
Rabb, İslam dininin tek ilahı olan Allah’ın sıfatlarından da biridir. Sıfat ise Türk Dil Kurumu’nun verilerine göre “Bir kimsenin görev, ödev, toplumsal veya hukuki bakımdan yeri ve özelliği” demektir. Yine Türk Dil Kurumu'na göre kutsal kelimesi, Tanrıya adanmış, tanrısal olan demektir.
Ancak… Tuva deyince konu bütün bunlarla bitmiyor. Çünkü Tuva kelimesinin sahip olduğu nitelikler bu gördüklerimizden biraz daha fazla, karışık ve tuhaf…
Aklımızda bin bir sorunun fırtına gibi esmesine sebep olan Tuva kelimesinin izini yaklaşık olarak on beş yıl gibi uzun bir süredir sürmekteyiz.
Çünkü bir Türkçü olarak Kuran’ı okuduğumuzda gördüğümüz Tuva kelimesi bizi hayrete düşürmüştür.
Yine çünkü biz Türkçülerin bildiği üzere Tuva Cumhuriyeti adında özerk bir Türk Cumhuriyeti Sibirya’nın üst kısımlarında varlığını bugün de sürdürmektedir.
Tuvalılar, Rusya’ya karşı özerklik talebinin olumlu cevabını doksanlı yıllarda almış ve o gün bugün sessiz, sedasız yaşamını sürdürüyordu. Ama sanatın gücü Tuvalıları dünyaya tanıtan faktör oldu. Bugün Tuva Müziği dediğimizde “Huun- Huur- Tu”yu bilmeyen neredeyse yok gibidir. Irlamanın artık ne olduğunu ve bir Tuvalı sanatçının, bir ormanda yaşayan tüm hayvan seslerini büyük hayranlıklar uyandıracak şekilde taklit ederek sanatlarını icra ettiğini de yine ilgili ilgisiz birçok kişi bilmektedir. Ayrıca bir Tuvalı sanatçının aynı anda birden fazla türde ses çıkarabilmesinin ve güçlü diyaframlarının araştırmacıların dikkatini çekmesi ayrı konulardır. Tuva ve Tuvalılar üzerinde muhakkak konuşacak çok şey var.
Ancak…
Bizi bu noktada en çok ilgilendiren konu şudur: “Tuva kelimesi Türkçe midir, Arapça mıdır, Farsça mıdır, İbranice midir?”
Kısıtlı dil bilgilerimiz dâhillinde yaptığımız araştırmalar Tuva kelimesinin kesinlikle Türkçe olduğunu gösterdi. Ancak… Yine de bir bilene soralım dedik. İzmir’de bir kitap fuarına konuk olarak katılan tarihçi bir profesörümüz sordurduğumuz soruya “Rusya’da yaşayan bir Türk kavminin adı” demekle yetindi.
Güldük. Çünkü soru “Tuva nedir?” değildi. Tuva kelimesi Türkçe midir sorusuna bu şekilde cevap almak bizi aslında çok da şaşırtmadı.
Türkolog ya da tarihçi olmak gibi bir vasfımız bulunmadığı için sadece elimizde bir fırça ile toprağın altında nadir bir parça olduğunu bilen arkeolog gibi hareket ettik. Karşımıza çok özel bir parça çıksa bile bunun gerçek değerini bilemeyecek kadar bilgisiz olmamız ise ayrı bir hüzün kaynağımızdı.
Ve Tuva hakkında bu bilgisizliğin profesörlerimizde dahi görülür olması işin en acı yanıydı.
Araştırmalarımız devam ederken Değerli Haluk Tarcan’a aynı soruyu yönelttik. Sorduğumuz soruyu olduğu gibi algılayan ve Tuva kelimesinin kesinlikle Türkçe olduğunu söyleyen Sevgili Haluk Tarcan, “Peki, anlamı nedir?” diye sorduğumuzda bize şu cevabı verdi: “Tuva kelimesi belki At-Uv-A olabilir. Tanrı ruhuna sahip olma kutsallığı. Uv, kutsal demektir; a, post pozisyondur yani son eki, çekim ekidir. At, Tanrı ruhuna sahip olmak demektir. Olabilir ama yemin edemem yanılabilirim Kazım Beye sormak lazım.”
Bunun üzerine nurlar içinde yatsın, Sevgili Kazım Mirşan ile bir telefon görüşmesi yaptık ve Haluk Hocamız gibi o da, Tuva kelimesinin kesinlikle Türkçe olduğunu bize söyledi. Anlamı nedir diye sorduğumuzda bize şu açıklamaları yaptı: “Tuva, doğmak demektir. Tuva, doğuyor. Türkçe kelimedir ve Altay Türkçesi diyelim. Tuv doğ gibi, a olunca doğuyor oluyor. Tuvmak, doğmak demektir. Tuva doğuyor demektir.”
Devam eden konuşmamızdan ayrıntılar şu şekilde:
“Asıl merak ettiğim konu şu hocam, Tuva kelimesi Kuran’da geçiyor. Diyor ki Musa, çıkar çarıklarını, şu an kutsal vadi Tuva’dasın. Tuva, Kuran’daki bilgiye göre Kutsal Vadi demek. Bu aynı zamanda isim olarak geçiyor Kuran’da. Şimdi bunun bir Arapça ya da İbranice olma ihtimali yok değil mi?”
Kazım Mirşan : “ Şimdi bu Arapların da bazı sözleri Türkçeden almış olma ihtimali var. Çünkü Yemen’de Türkçe yazıtlar bulundu. Yemen… Şimdi bunlar Arapça konuşuyor hepsi. Fakat bu Yemen eskiden yazdıkları yazıların hepsi Türkçe! Bunlar böyle Arapların bir sürü sözleri Türklerden almış olma ihtimali çok büyük.”
“Musa döneminde o bölgede Türklerin etkin olduğunu düşünüyorum ister istemez. Çünkü Musa’nın Tanrısı Türkçe bir isimle sesleniyor, Tuva diyor. Tevrat’ta bu kelime geçmiyor hiçbir şekilde ama Kuran’da var ve bu çok ilgimi çekiyor benim. Yani Allah, Musa’ya neden Türkçe bir laf söylüyor diye. Çok düşünüyorum, gerçekten kafamı çok kurcalıyor. Bu sebeple sizden bilgi rica ettim. Yani gerçekten de Musa’ya neden Türkçe bir kelime ile seslenilmiş olabilir.”
Kazım Mirşan : “Türkçeyle seslenmek değil. Türkler orda kaynaşmışlar. Araplar Türklerden kelime almış, Türkler Araplardan… O şekilde bir sebep var.”
“Yani şimdi Tevrat’ta olmaması da çok ilginç; çünkü onlar yer ve kişi adlarına çok önem verirler.”
Kazım Mirşan: “Şimdi o başka bir kabile. Tevrat’ta da vardır muhakkak, ama başka bir sözle ifade etmişlerdir.”
“Yani çevirenler tabi belki Tuva kelimesine yer vermemiş olabilir, daha çok ve hep Tur üzerinde duruyorlar dağ olarak. Ama ben Arapça okuyabildiğim için Kuran’da Tuva’yı çok net bir biçimde okuyorum. Bir de şunu sormak istiyorum. Hakas Türklerinden bir arkadaşımız –va ya da –ba ekinin, hidronim belirttiğini söyledi ve suyla ilgili bir kelime olabilir dedi Tuva için.”
Kazım Mirşan : “Onu bilemiyorum. Ama benim bildiğim su, ab’dır Arapça. Ab’ın Türkçeden geçtiğini söyleyebiliriz ama örnek bulmak lazım. Öyle her söze Türkçede var demeye gelmez. Net örnekler bulacaksın. Yani Ab’ın Arapların Türkçeden aldıklarını gösteren net şeyler ya da Türklerin suya ab dediklerine dair örnekler lâzım.”
“Ama Tuva çok net, Türkçe yani değil mi?”
Kazım Mirşan : “Evet. Ama şu var kafaya gelen çok şey vardır. Fakat bu yeterli değil. İspatı lazım. İspatı olmadıkça ne kadar Tuva sözü, bugün her alanda... “Doğa”, doğa da Tuva'dan geliyor! Yani bir şeye ben böyle düşünüyorum demek olmaz. Düşünceye göre değil de ispat etmek lazım.”
“Evet, ben de Kuran’da gördüğümden beri bunun peşindeyim ancak Türkologlarımız çok cahil çıktı. Tarihçilerimiz de öyle. Çok kısıtlı insanların bilgileri...”
Kazım Mirşan: “Mesela Tuva, dua… Aklıma geliyor işte, taş – daş. Azeriler daş derler. Yani Türkiye Türkçesine bunu bu şekilde almamışlar, kaba demişler. Taş demişler. Ama daş demeleri gerekirdi. Sempatik gelmemiş, Anadolu Türkçesine almamışlar.”
“Mesela hocam Kur’an’da Duha Suresi de var ve Kuran’ın en önemli surelerinden biri. Yapılan araştırmalara göre Duha Türkleri, Türklerin en eski boylarından biri olarak ortaya çıktı. Kelime orada da aynı, birebir aynı… Duha Suresi, Duha Türkleri.”
Kazım Mirşan: “Duha mı? Nerede onlar? Ben duymadım Duha diye Türkleri. Duha diye bir şey yok. Öyle bir Türkler de yok.”
“Peki, hocam benim aslında düşündüğüm şuydu; Türkler çok eski bir kültür, çok eski bir medeniyet. Ve bunu biz de biliyoruz, sizler de sık sık dile getiriyorsunuz ki; dünyaya medeniyeti taşıyan Türkler. Dolayısıyla şimdi bugün Mezopotamya denilen o yerde oradaki kültür de Türklerden geldi. Yoksa Tuva kelimesinin ta Musa döneminde orada ne işi var? Yani demek ki oralarda Türkler yaşadı ki onların günlük yaşamında ve dilinde Türkçe şeyler var.”
Kazım Mirşan: “Evet! Mesela Mezopotamya’da çivi yazısını icat edenler Türkler. Ona ben katılıyorum. Çünkü önlerinde bir alfabe bulunmadan böyle bir yazıyı yazmak mümkün değil. Nitekim çivi yazısı, alfabetik yazının bir nevi kile yazılabilen cinsten çok güzel bir insan buluşudur. Ayni tarihte teşekkül eden bir şey değil bu (mazisi var demek istiyor).İnsanlar düşünüp ‘biz eskiden taşa yazardık, şimdi kile yazalım, burada taş yok, o halde kile yazılacak bir şey yapalım” şeklinde kolay yazılabilen, mektup halinde yazılabilen yazıdır. Bunu yapanlar Türkler. Başka millette alfabe yok çünkü. Yalnız Türklerde var.”
“Yani Musa’dan daha daha önce Türklerin oralarda yaşadığını söyleyebiliriz değil mi? Dillerine kadar, kutsal yerlerine ad olacak kadar oralarda bir Türk kültürü hâkimdir diyebilir miyiz?”
Kazım Mirşan : “Tabi tabi.”
“İşte benim araştırdığım da tam olarak buydu. Hatta bununla ilgili bir de yazı yazmak istiyorum. Ama sorabileceğim her soruyu, bilme ihtimali olan herkese sormadan ya da sordurmadan da yazmak istemedim.”
Kazım Mirşan: “Bana sormaktan fazla, sizin ispat etmeniz lazım. Ben yalnız yol gösteriyorum. Misaller göstereceksiniz. Kurandan önce Arapların alfabesi var mıydı? Yok!”
“Peki, bu Arap alfabeleri filan onlar ne zaman türemişler? Kur’andan önce alfabeleri yok muydu?"
Kazım Mirşan : “Yoktu. Uygur yazısını çevirdiler. Arap alfabesi bir Uygur yazısı diye bir yazı var, Arapçaya benziyor. Ama Uygurlara Çinliler bu alfabeyi kullandırtmıyor. Çince kullanıyor Uygurlar.”
“Peki, coğrafya olarak düşündüğümüzde arada hayli mesafe var. O yıllarda Araplar mı gitti, Uygur Türkleri mi geldi, nasıl oldu bu?”
Kazım Mirşan : “Şimdi Türkler, zapettikleri yerlerdeki halkı koruyan bir millettir. Dünyada böyle bir millet de başkaca yok. Yani gelip bir yeri zapt ediyor, sonra o zapt ettiği halk için çalışıyor ve kendini de o halktan sayıyor. Nitekim karışıyor. Bu şekilde Türkler mi buraya geldi, gelmedi mi sorusuna cevap vermek de çok zorlaşıyor. Şimdi, Araplar Türkistan’a gittikleri zaman onlar vahşi gibi, oradaki insanları öldürmeye kalkıştılar; Semerkant’ta memerkantta yaşayan Türkleri. Semerkant Müslüman olunca Araplar da onları şiar edindi kendine. Yani Uygurcanın... Mesela bunun misali olarak şöyle bir şey yapabilirsiniz; bugün Uygurcadan bazı sözler ancak Türkiye Türkçesinde var. Başka Türklerde yok. Anadolu Türkçesinde var. Başka Türklerde yok. Bunlar da Araplardan gelmiş diyoruz. Bir de başka Türkçelerde olan Arapça sözler, mesela Tatarcada olan Arap sözlerin bazıları Türkiye Türkçesinde yok. Şimdi bu gibi şeylerden hareket ederek bir tarih yazabilir insan. Tatarcada hangi sözler var Arapça, bunlar Türkiye’de var mı? Eğer yoksa demek ki oraya Araplar, Tataristan’a başka bir yoldan gitmişler. Kafkasya üzerinden gitmişler mesela. Çünkü mesela İlk İslamlığın Türkler tarafından kabulü; herkes diyor ki bunlar Orta Asya’da kabul etti. Hayır! İlk önce Başkurdistan’da kabul olundu. Çünkü ben bir yazıt okudum. Kendilerinin Müslüman olduğunu söyleyen Türkçe bir yazı! Buna göre tarihi çok eski. Orta Asya’da bulunan yazıtlardan çok daha eski. Buna göre Başkurdistan’da ya da Tataristan’da Müslüman olmuştular. Müslümanlığı kabul etmişler. Yani Araplar Orta Asya’ya gitmeden önce Tataristan’a gitmişler. Arap seyyahların bazıları bunu söylüyor zaten. Bu haberleri söylüyor. Bizimkiler kulaklarını tıkıyor. Öyle durumlar var. Bunlar geniş bir araştırma konuları. Ben de alanım olmadığı için girişmedim bu alana şimdi de yapacak kudretim yok.”
“Çok geç tanıştık hocam.” Kazım Mirşan : “Evet öyle.”
Aslına bakılırsa bugün geldiğimiz noktada benim de kudretim pek yok. Yine de hocamıza bahsetmemiz sebebiyle boynumuzun borcu olan yazıyı yazalım istedik.
Araştırma konumuz, alışkanlıkları ve inanışları külliyen sarsacak kadar derin, köklü. Üstelik acımasız bir gerçek var ortada. Görenler için söylemeye gerek bile yok; hâlâ parçaları birleştiremeyenler için devam edelim. Musa’nın ilahı yeryüzünde bir dağda kutsal bir vadi olduğunu söylüyor ve bunun adının da Türkçe olduğunu söylüyor! İslam’ın ilahı da kitabında buna yer veriyor! Üstelik bu kelimeyi Musa duyduğunda hiç de şaşırmıyor, tepki vermiyor ve Musa’nın çocukları tarafından bu kelime silinmiş gibi görünüyor. Bugün İbranilerde Tuva kelimesi yaşamıyor. Araplar arasında da Tuva kelimesi yaşamıyor. Ne isim olarak, ne sıfat olarak ne de başka bir ibare olarak.
Bugün Tuva kelimesi sadece Türklerde yaşıyor.
Anadolu’da Nemrut’un olduğu vadi, Tuva Vadisi olarak biliniyor. Burası ezelden beri bir Türk toprağıdır, halkı da Türktür. Yazımızın en başında da ifade ettiğimiz gibi bir de Tuva adında özerk cumhuriyetimiz var. Bilmem daha ne olsun! Yani Tuva, Türktür. Türkçedir.
Tüm bu bilgiler ışığında Türkçenin cehennem dili olduğunu iddia eden mollalar için güzel bir soru hazırladık. Sorumuz şu : “Musa’nın ilahı neden Türkçe konuşuyor? İslam’ın ilahı da kitabında bu bilgiye neden yer veriyor? Bu iki ayrı yerde adı geçen Rab aynı ise o halde İslam’ın Rabbi ve ilahı da Türkçe konuşuyor olmuyor mu?”
Cevap bizce net!
Dün ak dediğine bugün en kara diyenlerle bu soruların üzerine gidemeyiz. Evlenmek için Taha suresinin ilk on iki ayetini okuyanlarla da bu konuların üstesinden gelemeyiz. Ancak her dinde kendinden başka isimlerle bahseden ve yeri göğü yaratan Rab ilah diyor ki; Türkler benim kıymetlimdir. En kıymetli mekânıma da zaten Türkçe ad verdim. Oraya geldiğinde elçim bile olsa pabucunu filan çıkaracak, saygısını eksik etmeyecek. Oranın adı Tuva’dır. TANRININ KUTSALIDIR!
Şayet bu kutsal yer her iki kitapta adı geçen Tanrıya ait değilse, o halde Allah’ın bile peygamberine ayakkabısını çıkarttırdığı o kutsalın sahibi ilah kim?
Nihayetinde konuyu toparladığımızda Hakas - Altay Türkçesinde bugünkü kullanımda hidronim belirten -va, -ba ekinin Tuv kelimesine yani doğmak kelimesine kattığı anlam düşünülürse Tuva kelimesinin de Kutsal Vadiyle yakın bir anlamda Doğan Su, suyun doğduğu yer, sudan doğan, sudan gelen gibi açıklamaları da yapmamız olasıdır. Musa'nın hikayesi de bu anlamda Tuva ile bağdaştırıldığında ayrı bir anlam kazanmaktadır. Keza bilindiği üzere Musa, bir nehirde sepet içinde saraya ulaştığı için ona "suyun içinden gelen" anlamını taşıyan isim verilmiştir (!).
Devam edelim ve elimizdeki somut veriler ışığında şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, diyelim. Kâbe ve Kudüs, insanlar için tayin edilmiş kutsal yerlerdir. Evet, ama doğrudan doğruya kendi sözleriyle ifade ettiği gibi Tuva, Tanrının Kutsalıdır.
Hatta belki Tanrı da bizim gibi bir Türkçüdür. Tabi ki şaka yapıyorum.
Ama Tuva konusunun üzerinde ciddi ciddi durulma-ma-sı şakaya gelecek bir şey değil. Her şeyden önce bahsi geçen yerin tam olarak neresi olduğunu bile bilmiyoruz.
Tüm konulara vakıf ve tarafsız bir âlimin bize gerçekleri açıklama zamanı gelinceye kadar bizden şimdilik bu kadar.
Kazım Mirşan Hocamıza yeniden sevgi ve selamlar; nurlar içinde yatsın değerlimiz. Halûk Tarcan hocamıza da ayrıca sevgi ve selamlar. Katkısı bulunması sebebiyle Değerli Hüseyin Asker hocama ve Değerli Süleyman Aydın hocama teşekkür ederim. Esenlikler dilerim