Kaynak : Kültür Bakanlığı, Tatar Halk Edebiyatı, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi
Don-Tuna'nın aşağı havzası civarlarında pek çok Türk devleti, hakimiyete yeni kabileler geldikçe, kendi isimlerini, cisimlerini değiştirip dururlar. Değişip duran devletlerin başında da, onların asıl halkı Türk olarak kalır. Moğollardan olan Cengizlerin gelip, onların bu bölgelerde Altın Ordu devletini kurması demek, bu devletin başına Türklerin değil Moğolların geçmesi demektir. Bu nispeten barış yoluyla değil, sert savaşlar, büyük saldırılarla tahta çıkma demektir. Fakat ülkede halk değişmez, İdil-Ural Türkçesinde konuşan halk korunup kalır, o kısa sürede devlet başındaki Moğolları da yutar, asimile eder. Böylece Altın Ordu çabucak Türk devletleri zincirinin bir halkasına dönüşür.
XIII. asrın 4O'lı yıllarında kurulan Altın Ordu, Bulgar'ın önceki geniş yerlerini çok aza indirir, kendisi pek fazla yayılır: Bugünkü Kırım, Kafkas, İdil-Ural, Batı Sibirya, Kazakistan, Özbekistan, Rusya yerlerini içine alır. İşte bu yerlerdeki halkları da Batı Avrupa'da Altın Ordu Tatar Devleti adından hareketle, Tatar diye adlandırmaya başlarlar. İşte bunu görüp, bugünkü bazı Tatar tarihçileri Altın Ordu'yu Tatar halkının ilk kurulan yeri diye göstermeye çalışırlar, bu düşünceleriyle onlar N.İ. İlmiskiy ve N.İ. Aşmarin'lerin Tatar'ı İdil-Ural'ı işgal eden yabancılar olarak görmelerine katılmış olurlar. Onlara göre, güya, Altın Ordu çok geniş bölgede yaşayınca, o Tatar'ı da pek geniş bölgede şekillendirmeye başlamış, bundan dolayı Altın Ordu Tatar için değerli imiş. Fakat onun ikinci tarafını da unutmamak gerek: Cengiz neslinden gelen hanların hakimiyet için kendi aralarında savaşması, Türkleri de kendi aralarında savaştırması Altın Ordu'nun çabuk dağılmasına sebep olmuş, Türk kabilelerinin dağılma ve güçsüzleşme devrini başlatmıştır. Eğer Moğol saldırıları pek geniş yerlerde çiçek açan Bulgar devletini dağıtmamış olsalar, bugün Tatar diye adlandırılan Bulgarlar belki şimdi de çiçek açan bu zengin devlette yaşarlardı. Bundan dolayı Altın Ordu'yu bizim tarihçiler pek övmezler. Mesela, Rizaeddin Fahreddinov kendisinin "Bulgar ve Kazan Türkleri" adlı eserinde aşağıdaki gibi fikir yürütür:
"Herhalde Moğollar (Tatarlar) tarafından hükümetleri yıkıldıktan ve cemiyetleri dağıtıldıktan sonra; Bulgar Türkleri zayıfladılar, aşağı seviyeye düştüler ve büyük faciaya uğradılar, sonunda Ruslar'ın hükmü altında kaldılar. Moğolların bu memleketi düzeltmek ve bir yola giren medeniyeti yakalamak ve devam ettirmek, zanaat ve zanaatkârlığı geliştirmek ellerinden gelmese de, çarıklı Rusları çizmeli yapmada, az sayıdaki Slav kavminin yarım dünyayı yutabilir bir hale getirilmesinde hizmetleri büyük oldu." (Fahreddinov Rizaeddin", 1993, 50). "Birbiri ile sürekli savaşan köpek ile kedi gibi yaşayan Rus kinezlerini bir merkeze toplayanlar da Tatar hanları idi" -der (age, 51).
Evet, Moğol saldırıları Bulgar'ın sürekli gelişmesine balta vurur, bizim halkın dağılıp güçsüzleşmesi de Altın Ordu'dan başlar, önceden Bulgar adındaki pek çok Türk kabilesi bu devlet içinde 200 yıl boyunca, bir şu hanın bir bu hanın tarafını tutup, birbirinin sayısını azaltırlar. Altın Ordu tarihini araştırmak Türklerin bugünkü egemenlik mücadelesine ondan ibret almak için çok faydalıdır.
Altın Ordu'nun kendi dönemi için çok gelişmiş, yüksek kültüre ulaşmış bir ülke olduğunu da unutmamak gerekir. Bu gelişmede ilk olarak yerli halk geleneklerinin rolünü görmek gerekir. Bu gelenekler ve Orta Asya tecrübelerine dayanarak Altın Ordu'da büyük büyük şehirler kurulur, kendine has medeniyet gelişir, Bulgar zanaati devam eder.
Merkezi Orta Asya ve Azerbaycan ile sıkı münasebetler bu dönemdeki ortak Türk yazı dilini Bulgar hususiyetleriyle daha geniş kullanma imkanı sağlar. İşte bu dilde Altın Ordu'da pek çok edebî eserler yazılır veya tercüme edilir: Kutbî'nin "Hüsrev ve Şirin" (1342), Harezmî'nin "Muhabbetnâme" (1354), Mahmut Ali Es-Saraî El-Bulgarî'nin "Nehcü'l-Feraadis" (1357), Seyf Sarayî'nin "Gülistan bit-Türkî" (1391) eserleri ortaya konur. Folklorun destanî türleri gelişir. Onların hepsinde de ülkeye sahip olacak kişiler problemi işlenir. Bu açıdan "İdigey" destanı farklı bir öneme sahiptir. Cengizîler neslinden çıkan hanlar, umumî ülke ve halk menfaatlerini unutup, hakimiyet için mücadele ederken, halkın ülke hakkında endişelenen kişileri terennüm etmesi o devir için pek tabiidir.