Bolşeviklerin öğretilerine göre milletler önce geniş hürriyet kazanırlar, kendi dillerini ve medeniyetlerini çiçek açtırırlar; fakat daha sonra kendi istekleriyle dillerinden, medeniyetlerinden vazgeçip, komünist cemiyette korunacak bir millete karışıp giderler. Komünizm yeryüzünde hakim olduğu müddetçe, milletler mefhumu ortadan kalkar, ortada komünist diye isimlendirilen tek bir dil, tek bir medeniyet korunup kalır. İşte bu öğretiye inanıp yaşanıldığı dönemde milliyetçilik, yani kendi milletini sevmek, onu korumaya, geliştirmeye çalışmak, komünizme karşı gelme şeklinde düşünülüyordu. O dönemde milliyetçilerin hepsini de yok ettiler, ya da onlar dış ülkelere kaçtılar.
Perestroika başlayıp iç ve dış siyaset meselelerini sınıfa göre değil de, belki genel menfaatlerden yola çıkarak çözmeye çalışmak, milletleri canlandırma, koruma ve geliştirme işi de ülke çapında büyük bir probleme dönüştü. Yani, milliyetçilik sosyal mücadele meydanına yeniden geri döndü. Fakat bir şeyi unutmamak gerekir: Millet menfaatleri için mücadele diğer milletlere zarar vermeden olursa o zaman milliyetçiler olur, eğer o diğer milletlere zarar verme yoluna giderse, bu elbette milliyetçilik olmaktan çıkıp, şovenizme dönüşür. Millî harekette, milliyetçilik müspet, fakat şovenizm ters bir görünüştür.
Tatar milliyetçiliği, yani Tatar milletini koruyup gözetme ve geliştirme işinde, onun dilini canlandırmak, korumak ve geliştirmek için çareler bulmak en önemli yerlerden birini tutar. Daha SSCB hayattayken dil ve etnoloji âlimleri millî dilleri korumanın milletler arası tecrübesini öğrendiler.
Eskiden beri demokratik olan ve sanayinin çok geliştiği ülkelerde de XX. asrın 6O'lı yıllarında ülke zenginliğinden sadece esas milletlerin tamamen faydalanması, daha ufak milletlerin bundan mahrum bırakılması sezilir. Bunun sonucu olarak, İngiltere' de, Fransa'da, Belçika'da, İspanya'da, Kanada'da daha ufak milletlerin eşit haklar için milliyetçilik hareketi ortaya çıkar. Bu mücadele daha ufak milletler kendi dillerini, kültürlerini koruyup gözetmek için pek çok imkan elde ettiler; fakat yine de onlar hemen susmadılar, kendi hakları için mücadeleyi bırakmadılar.
Millî dillerini koruma, geliştirme problemlerini çözmede, bizde İspanya örneği müspet algılandı. Faşistler zamanında İspanya'da komünistleri örnek alarak, ufak milletleri, onların dillerini yavaş yavaş yok etmeye çalışırlar. Faşistleri kovunca, İspanya Anayasasında millî diller, ülkenin zenginliği olarak ilan edilir, onları korumak ve geliştirmek gerek diye ayrı bir madde yer alır. Bu itibarla her millî eyalette millî dil resmi (devlet) dili olarak, İspanyolca bütün ülkenin resmî dili olarak tanınır. Örneğin, Katalonya'da Katalon dili bu millî eyaletin resmî dilidir, bütün işler bu dilde yürütülür, İspanyolca merkezi devlet ve diğer eyaletlerle bağlantılı dili olarak tanınır. Katalonya'daki her insan Katalon dilini de, İspanyolcayı da bilir, yeni gelen bir insan iki dille sınav olur, onu bundan sonra işe alırlar.
İşte bu sistem eski SSCB'de de yerleşti. İttifak cumhuriyetlerinde, millî devlet dili olarak, esas halkın dili, umumî devlet dili, milletler arası münasebet dili olarak, Rus dili takdim edildi. Sadece Tataristan'da bu halklar arası tecrübe ve ititfak cumhuriyetlerinin tecrübesi bozuldu. Tatarca da, Rusça da eşit haklara sahip devlet dili olarak bildirildi. Bunun artık yok olmaya yüz tutan Tatarcayı diriltmeye faydası olmadı, Rus dilinin bir çok alanlarda sadece kendisinin kullanılmasını güçlendirdi. Buna rağmen Tatarca, kendisinin kullanılma alanlarını genişletsin diye, devlet tarafından çareler aranmaya başlandı. Tataristandaki okulların hepsinde Tatarca okutulur, yüksek okullarda da Tatarca okuyan gruplar bulunur. Fakat, Tatarcayı bilmeyi hayat herkesten talep etmez, sadece Rus dilini bilerek Tataristan'da istediği işe yerleşip, istediği yönetici organlara seçilebilir. Bugüne kadar sadece cumhurbaşkanından iki dil bilmesi istenir.
Daha 8 Temmuz 1992 tarihinde Tataristan halklarının dilleri hakkında kanun kabul edilmiş olsa da, bu kanunun hayata geçmesini sağlayacak olan devlet programı ancak 1994 yılının Temmuz'unda parlamentoya sunuldu. Görülüyor ki, Tatarcayı canlandırma, koruma ve geliştirme işine bizde yeterince önem verilmiyor.
Bütün dünya tecrübesinin gösterdiğine göre, milletin dilini korumak, onun psikolojisini dünyaya, hizmete bakışını güçlendirmek demektir. Millî dili korumak için para kaynaklarmı sarf etsen de bu kendini fazlasıyla temize çıkarır; çünkü millî bağımsızlık kazanmış milletin hizmete kabiliyeti, isteği gitgide artar, bu ise ülkeyi zenginleştirmenin, millî medeniyeti geliştirmenin çok geçerli bir yolu kabul edilir. İşte, bunun için milliyetçilik mücadelesinde millî dili koruma ve geliştirmeye ayrı bir önem veriliyor.
Tatar millî dilinin kendisinde de çeşitli değişmeler başladı: Onun terminolojisini, Türkçecilik yönünde geliştirmek için yollar aranmaya başladı, bununla Tatar'ın milletler arası arenaya günden güne daha çok çıkma hareketi dikkate alınıyor. Bu alanda bugünkü edebiyat ustalarının rolü çok büyüktür.
Eğer Tataristan Tatarları (bütün Tatarların çeyreği) kendi içlerine kapanmadan, bütün Tatarlar birlik olup kendi dillerini, kendi medeniyetlerini koruma ve onları bütün diğer Türklerde ve halklarda bulunan iyi yönleriyle her zaman zenginleştirme yollarını bulsalar, aydınlar da halkı bunun için teşkilatlandırabilseler, Tatar halkı yaşar ve gelişir diye ümidimiz var; çünkü bizim halkımız, 440 yıl boyunca asimilasyon siyaseti etkisinde yaşasa da, kendini halk olarak koruyabilmiş, kendi devleti olmadığı zamanda dahi birlikte teşkilatlanabilmiş, millet derecesine yükselebilmiştir.
Kaynak : Kültür Bakanlığı, Tatar Halk Edebiyatı, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi