Kaynak : Kültür Bakanlığı, Tatar Halk Edebiyatı, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi
Türk halkları çok sayıda devlet kurup yaşasalar da, daha eski çağlardan beri onlar kendi aralarında sık sık karışmışlardır, bundan dolayı onların yazı dilleri de bir ortak dil olarak teşekkül etmiş ve o ortak edebî dil XIX. asra kadar kullanılıp gelmiştir. Türklerde, tıpkı diğer halklarda olduğu gibi, her dönem iki eğilim görülür: birleşme ve ayrılma... Ayrılmayı, halk menfaatlerini değil de, sadece hakimiyeti ele geçirme gayretiyle menfaat gözeten devlet adamları öne sürerler.Hakimiyet için mücadele çeşitli Türk kabileleri, halkları çeşitli dönemlerde, çeşitli yerlerde kendilerine pek çok sayıda Türk devletleri biliriz (Seferoğlu, Müderrisoğlu, 1986). Onların yöneticileri kendi neslinin, kendi kabilesinin devlet başında bulunması için mücadele etmiş, bunu egemenlik için mücadeleyle aynı yapmaya çalışmışlardır.
Böyle bir mücadeleye Bulgar devleti daha kendi oluştuğu dönemde başlar. Hazar devletine boyun eğmemek ve oradaki Yahudi dinini kabjul etmemesi için, İslam dininin iyice yerleşmesini beklemeden 922 senesinde Arap hilafeti elçiliğini çağırıp, İslam dinini resmen kabul eder. Bu, ona bu dönemde en güçlü kabul edilen Arap hilafetine sığınma, başkalarına boyun eğmeme imkan verir, yani o egemenlik kazanır, kendi kullandığı toprakları, "sınırlarını" (henüz, o dönemde resmi sınırlar yoktur) genişletir. Onun kuzeyi önceki Biarm sınırları içine alıp, Kuzey Divina ve Beyaz Deniz civarlarına; güneyi başta Hazar yerlerine, daha sonra Hazar denizi, Kuzey Kafkas bozkırlarına kadar ulaşır. Batıda, Tuna boyunca, doğuda Cayık (Ural)a ırmağına (bazı kaynaklarda İrtiş'e) kadar uzanmıştır.
İslam dinini resmen kabul etmek Bulgar'a sadece egemenlik kazandırmaz; onun varlığına yeni ruh da katar. Mescitler yapmak, İslam esasında halkı eğitmek iktisadî ve ruhî gelişmeyi de sağlar.
Demir dökümü yapmak, demirden, gümüşten, bakırdan, mamut kemiklerinden gündelik araçgereç yapımı, merkezden ısıtılan binalarla şehirler kurmak bakımından, Bulgar bu dönemdeki Avrupa ülkelerini epey geride bırakır. Biarm döneminden gelen Biler şehrini alınca, Bulgarlar onu çok büyütürler ki, bu dönemdeki Londra ve Paris'ten daha büyük ve daha mamur bir şehre dönüşür.
Bulgarlar daha çok deri işlemede, deri eşyalar dikmede bütün çevrede şöhret kazanır. En güzel deriler Bulgar'dan geldiği için, öyle derileri Orta, Merkez ve Küçük Asya'da bulgarlık diye adlandırırlar. Orta Asya'da bu söz günümüze kadar korunmuştur.
Çoğu ülkelerin kendi aralarındaki ticaret yolu üzerinde oldukları için Bulgar ülkesi kendi ticaretini de çok geliştirir ve çeşitli ülkelerin kültürlerini de çabuk benimser. O, Avrasya'daki en güçlü devletlerin birine dönüşür. İskandinavya sagaları onu önceki ismine göre Biarmland diye adlandırır, onunla ticaret yapmanın çok olumlu taraflarını yazarlar, onun zenginliğine hayran kalırlar. Rus yıllıklarında da Bulgarların zenginliğinden hayranlıkla bahsedildiği kaydedilmiştir: Çarıklı Rus birlikleri, Bulgarlara hücum etmeyi göze alamazlar.
XIII. asrın başında Cengiz Han'ın askerleri pek çok yeri işgal etmeye başlar. Onlar Çin'de de, Kore1 de de, Orta Asya'da da, İrlanda'da da, Kafkasya'da da, Kuzey Kafkasya'daki Rus ve Kıpçak askerleri ile karşılaşınca, kuvvetli bir karşılık görmeden, galip gelerek ilerlerler, pek çok ülkeyi kendilerine tâbi ederler. Bundan dolayı yenilmez diye nitelendirilen Cengiz Han askerlerini kendi yollarında ilk defa 1223 yılında Bulgar ülkesine gelip çıkarlar ve hurdahaş olurlar. Egemenlik sayesinde çok büyük güç toplayan Bulgarlar Cengiz Han'ın ordusunu İdil boyunca Jiguli dağları yanında tarumar ederler. Bundan sonra Moğollar çok az kalan askerler ile Karakurum'a geri dönüp gitmeye mecbur olurlar. Böylece İdil Bulgarları Ruslar'ı ve Avrupa'nın diğer ülkelerini Cengizliler'in saldırılarına 13 yıl boyunca kurtarıp korurlar. Ta ki 1236 senesinde Moğol orduları, kendilerine tabi olan bütün yerlerden pek çok asker toplayıp Bulgar'ı boyun eğdirmeye başarırlar. Ülke hezimete uğrasa da, Bulgar devleti Altın Ordu diye adlandırılan Tatar devleti zamanında da, tâbi edilmiş ülke olarak yaşamını sürdürür; çünkü onun gelişmiş iktisadi ve ruhi kültüründen Cengizîler de pek çok faydalanmışlardır.
İslam'a dayanan egemenlik Bulgar'da eğitim işini ilerletmeye, medreselerde aydınlar yetiştirmeye, bilim ve edebiyatı geliştirmeye de imkan verir.
Bulgar'da henüz Kök Türk Run yazısı da çok kullanılmaktadır, ama Arap yazısına geçme nispeten daha çabuk olur. Önceden gelen halk edebiyatı eserleri İdil-Ural Türkçesi özelliklerine sahip olan Biler-Bulgar konuşma dilinde geliştirilir, yazılı eserler verirken de yazarlar Türkler için daha umumî ve ortak olan Türk dilinde yazarlar. Bu dilin örneklerini Kul Ali'nin "Kıssa-i Yusuf" manzumesinde açıkça görürüz. Manzume ortak dilde ortaya konulmuş olsa da, biz orada İdil-Ural dili, yani Bulgar dili hususiyetlerini de ayırabiliriz.