Kazakistan Cumhuriyeti Yüksek Eğitim ve Bilim Bakanlığı, Edebiyat ve Sanat Enstitüsü Müdürü
Her milletin kendi tarihini, medeniyetini ve bütün milli vasıflarını inceleyebilmemiz, bu vasıfların gelişmiş
olmasına, kemale erişmesine bağlıdır. Kadim Türklerdeki bu vasıflar erken çağda gelişmiştir. Avrasya’yı üç bin yılı aşkın yurt edinen Türkler, etnik olarak kendi geçmişinin kaygısını, tasasını, yükselişini, inişini, hayat tecrübesiyle bilgelik miraslarını asırlarca elekten eleyerek gelmektedir. Halk destanları, atasözleri, deyimleri, mitleriyle hikâyeleri, böyle bir elemenin gerçek delilidir. Eski Orhon-Yenisey abidelerine göz atarsanız, birlik ile ayrılık, esaretle özgürlük yönünde, hayat tecrübelerinden derlenen fikirlerle karşılaşırsınız. Kaşgarlı Mahmut’un, Yusuf Balasagun’un, Hoca Ahmet Yesevi’nin bilgeliklerini özetlersiniz, etnografya ilminin temeline inersiniz.
Tabii eski Türklerin ataları İskitler, Sahlar, Hunlar v.s. haklarında tarihi medeni belgelerine eski Çin, Irak, İran ve Yunan el yazmalarında rastlanmaktadır. Eski ve Ortaçağ Türk tarihini incelemeye Arap ve Rus bilginleri de, kendi bulgularıyla katılmışlardır. Bu bilgi kaynaklarını eşelersek, Türk’ü tanımak için Türk’ün tarih sahnesine ne zaman hangi devirde çıktığını söylemek zorlaşır.
“Türkoloji” dediğimiz, eski Türklerin taşa yazdıkları milli hatıralarını Avrupalı alimlerle seyyahların dikkatini çelmesine, bu yazıtların dilinin, manasının çözülmesine bağlıdır. Avrupalıların 18.-19. Asırlarda bu bulguları ilim ve bilim olarak yaymalarıyla ilgilidir. Böylece, Türklerin geçmiş tarihleri noktasından kısaca bakacak olursak, son 200-250 yıl içinde cereyan eden olaylar yeni tarihinde Türkler hakkında bilime iz bıraktı diyebiliriz. Türkoloji bilimi konusunda, bu güne kadar tek fikir birliği yoktur. Öyle olması da tabiidir. Altaylar’dan Anadolu’ya, gün doğuşundan Tuna Nehri’ne kadar uzanan şimdiki Türklerin etnik, jeopolitik ve medeni geçmişini doğru olarak bilmek için, kucağı geniş, ufku açık düşüncelere görüşlere ihtiyaç var. Bu ihtiyacın sezilmesi halinde ise, Türk toprağına ait teorilere göz gezdirmek gerçekten de zaruret.
Türkoloji’yi Türk toplumunun dillerini inceleyen bir bilim olarak görürsek, diğer taraftan Türklerin geçmiş tarihini, medeniyetini ve dillerindeki değişmeleri araştıran bir bilim dalı olarak kalır. Bu ise Türkoloji’nin geçmişidir. Günümüze gelirsek, Türkoloji bilimi Türkçe konuşan toplulukların tarihini, etnografyasını, dilini, edebiyatını, felsefesini, sanatını ve bütün manevi (milli–medeni) mirasını bir bütün olarak inceleyen bir ilim olduğuna itiraz yoktur. Türkoloji araştırmacılarının böyle bir neticeye gelmesi de, önce de şimdi de Türk etniğinin varlığı, yerleşik olduğu yere bağlı değil, insanoğlunun manevi ağırlığına (varlığına) bağlanmalıdır. Birçok memleketlerde, Türkoloji ilminin 2-3 asırlık geçmişi var. Rusya, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi memleketlerde Türk topluluklarının dili, tarihi, edebiyatı, tüm geçmişleri ve bu günkü durumları derinlemesine incelenmektedir.
Evvela bir meseleyi açığa çıkarmamız gerek. Bu da Türk illerinden başka illerdeki Türkoloji ilminin maksat ve hedeflerinin meselesi. Gerçeği söylemek gerekirse, Dünyanın ileri memleketlerinde Türkoloji’nin ilim seviyesi yüksektir. Hem yeni metodolojik ve hem de karşılaştırmalı tipolografilik unsurlarla ilerlemektedir. Fakat bununla beraber , bu ilim kendi memleketine, kendi gayesine hizmet vermektedir. Avrupa oryantalistleri için şarkiyat araştırmasının bir dalı olan Türkoloji ilminin incelemelerle birlikte, gizli belgeleri toplayarak siyaset alanında da faydalandıkları artık gün ışığına çıkmıştır. Uzağa gitmeye hacet yok. Daha dün dağılan Sovyetler Birliği’nin merkezi Moskova’da bulunan Türkoloji Komitesi’nin faaliyetlerine göz gezdiriniz. Buna bir misal; Türk lehçelerinde ortak söylenen bir mastarın ortak söylenimini zayıflatarak ortaya koydukları, bugün için hepimizin bildiği bir gerçektir. Ama Türk topluluklarının kendi bünyesinde Türkoloji alanı dar, yanındaki komşusunu görmeyecek kadar zayıf olduğunu iyi biliriz. Gereğinde “Alpamış”, “Edige”,” Köroğlu”, “Kozu-Korpeş-Bayan Suluv”, “Korkut Ata” vb. destanlarla, tarihi abideleri biri benim, biri senin diye, Türklerin bulundukları mekâna göre paylaştıkları malumumuzdur. Günümüzdeki Türk dilindeki çoğul ekleri konusunda, ayrı ayrı incelemeler yazılırken, komşu kardeşlerinde çoğul eklerinin de aynı olduğuna nazar etmeden kitaplar yayınlanmaktadır. Çünkü Sovyetler “sen başkasın, sen de başka…” ayrı kökten geliyorsunuz diye beyinlerine enjekte etmişti. Bir memlekette böyle bir inceleme yapana Türkoloji denile bilinir mi? Türk topluluğuna girecekleri kendisinden başkasını görmemezlikten gelerek girdirmeye de bilirdi.
İşte tarihi gelişmeye ve siyasi şartlarla kalıplaşmış Türkoloji’nin bu günkü inkişafı bir bütünlük arz etmediğinden, günümüzdeki siyasi, kültürel ve ilmi sahalara da tesir etmektedir. Bu evvela Türkoloji’nin metotları, teorileri ve pratik hedefleriyle ilgili bir durumdur.
Evvela Metodolojiyi görelim:
1. Kalıplaşmış destur gereği Türk topluluklarının dilini inceleyen ilimi Türkoloji diye tanımlamak eksikliktir. Türk dillerinin benzerliğinden, dilin kurallarına dayanarak, dillerin akrabalığını ortaya koymak çoktan geride kalmıştır. Türkoloji, Türk topluluklarının dilini, tarihini, edebiyatını, folklarını, etnografyasını, felsefesini, sanatını ve sanatının birçok dalını ve de kültürünü etraflıca araştıran ilimdir. Türkoloji bütün Türklüğün manevi ve maddi kültürünü başka etnik toplulukların mirasıyla yükseltip, Türk Kültürü’nün Dünyadaki layık olduğu yeri alması, geçmişle geleceğini, öz tabiatının icabı araştırması gerek. Özellikle kendisiyle asılarca komşu olan Slav, İran, Arap ve Çin kültürlerini (medeniyetlerini) karşılaştırarak tarihi gerçekleri ortaya çıkarmak, maksadı olmalıdır. Bunun için de bir çok teorileri incelemek gerekecektir.
2. Türk topluluklarının dili ile kültür mirasını incelediğimizde, özellikle bu mirasların ortaya çıkışını kalıplaşma sürecini aydınlatmak için, Türk belgeleri yeterli değil. Bu sebeple salt belgelerle (bir topluluğu ait) sınırlı araştırmaların Türkoloji’den uzak olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekecek. Türkoloji karşılaştırmalı ilim amma yalnızca karşılaştırmalılardan değil, araştırma metodunun her türlü deneklerinden faydalanmak lazım.
3. Karşılaştırmalı incelemelerin neticesinde ortaya çıkan aydınlanmış belgelerle, kökü bir topluluklarla uyumsuz, köksüz kurumlar da Türkoloji’nin konusu olmalıdır. Bunun sebebini doğru ifade etmek gerekirse, başka kültürlerden geldiği veya Türk topluluğunun bir dalında (göçmen, yerleşik vb.) coğrafya şartında, mahalli değişime vb. gibi sebeplere bağlı olarak, kendilerine özgü meydana gelen veya herhangi bir şartlarda geçmişte zuhur eden, fakat sonraları bütün Türklerce unutulan, sonradan tarih sahnesine çıkacak olanları, Türk kültürünün bütünlüğünü veya tekliğini toplaması için bir araya getirmemiz gerek. Bu vesileyle, “Türk Dünyası Destanı”*, ”Türk Dünyası Edebiyat Tarihi”** gibi neşriyatlara değinmeliyim. Türk topluluklarının hepsinde ortak olan unsurlar, bazen yalnız birisinde rastlanır. Mesela Kazak’ların “Kız Jibek” halk hikayesinde rastlandığı gibi. Demek kültür yalnız birisinde saklanan ortak unsurlardan ibaret değildir. Aynı budakları da (manevi değerleri de) buna katılmalıdır.
4. Bu günkü Türk topluluklarının edebiyatı, tarihi, felsefesi, sanatı, tüm kültürü tek tek ders olarak orta ve yüksek okullarda öğretilmektedir. Oysa bu dersler verildiği yerin kendi metotlarına göre öğretildiğinden, ortak kültür ve tarih başka başka şekilde anlatılmaktadır. Hangi tarihin, hangi kültürün mirasının, hangi devire ait olduğuna inanasın gelmez. Mesela Kazak edebiyatı 6.-8. Asırlarda Orhun-Yenisey yazıtlarıyla başlasa, kardeş Kırgız edebiyatı da günümüzden biraz önce 19. Asırda başlar. Anlaşılan bunların arasındaki tek bağ geçmişteki dillerinde saklıdır. Türkmen edebiyatı da Mahdum Kulu ile başlar. Böylece geçmiş Türk edebiyatı birinde var birinde yok olsa bile anıtların bulunduğu yerlerin manevi ortak değerleri olarak düşünülür. Şimdiki demokraside birçok değişiklikler var. Evvelce komünizm devrinde yasaklanan destanlar, tarihi belgeler ve tarihi değerler yeniden ele alınmaktadır. Bununla beraber, eski Türk Tarihi, kültürü bu günkü Türk halklarının eğitim ve öğretiminde, bilim-ilmi çalışmalarında ve sosyal hayattaki yazışmalarında “teklik” kazanmış değildir. Tabii bu ayrılıkları tamim ve buyruklarla yok etmek mümkün değil, buna siyasi değerler de veren olabilir. Öyleyse Türk topluluklarında ortak Türkoloji merkezleri ile üniversitelerinin eksiklikleri olduğu ortaya çıkmaktadır. Şu anda ilmi olarak çalışmakta olan üniversiteler bile bu başarıya ulaşamamışlardır. Bu üniversiteler Türk halklarının tarih ve kültürünü, dil ve edebiyatını ayrı ayrı tedris etmekten ötede değiller. Bütün bunlar esasen ortak eski tarihimizle medeniyetimizin –yabancıları bir tarafa bırakırsak- yeterli araştırmaya imkân bulamayan Türkoloji’den kaynaklanmaktadır. Zira Türkoloji’nin sahası, teorisi ve metodolojisi hep yabancıların elinde, öyle ise bu kaynakların verilerini kullandığımızı da kabul edelim. Türkoloji’nin Türk halklarınca kabul görmesi sırf ilim olduğu için değil, devletler tarafından da benimsenerek, hava kadar zaruri görülerek destek görmelidir. Ne olursa olsun, bilimi halk kabul görmezse, milletlerarası olmasa (burada Türklere arasındaki ilişkiler) çeşitlilik belki de çarpıklık olur; kamilen azalamaz. Son zamanlardaki Türk halklarındaki değişmeler dolayısıyla milletlerarası konferanslarda manevi değerler söz konusu edildiğinde “bu evvela bizimdi” yarışı başladı. Manevi değerlerde bu tür kıskançlıklar olur ancak Türk olduğumuzu da unutmamamız lazım...
5. Alfabe meselesi de, Türkoloji ilminin genel metodu çerçevesine girer. Bu konudaki siyaseti bir tarafa bırakarak, ilmin ışığında bir tek hedefe varılmalıdır. Yukarıda belirttiğimiz gibi Türk kültürü insanlık tarihindeki önemi anlamak ve değerlendirmek üzere yapılan Türkoloji alanındaki çalışmalar için alfabenin farklı olması çalışmaları zorlaştırmaktadır. Çünkü dünyanın her bir yanında dağılmış olan Türk halklarının maddi ve manevi miraslarının bilimsel açıdan incelenmesi, ortak değerler ve kendilerine has özelliklerini dünya kültür varlıkları olarak toplanması için öncelikle önemli mirasların çok ciltli olarak listelenerek yayınlanması gerekir.
Türk halklarının tarihi, edebiyatı, folkloru, felsefesi, müzik ve mimarisine yönelik seri yayınların basılmış olması gerektiği çoktandır dillendirilen bir meseledir.
Bu tür çalışmaların ilk aşaması olarak kültür, sanat vs. terimler, açıklamaları sözlükler, anımlar, göstergeler (belli konular, motifler, karakterler, vb) ansiklopediler yapılmaya başladı şimdilerde. Bu alanda yapılan çalışmaların yapılması sırasında yaşanan teknik zorlukların yanı sıra terimler ve kavramlar bilimsel çalışmaların yapılmasına engel olmaktadır. Çünkü kavramlar ve terimler bir halk tarafından kabul gören (örneğin Türkiye’de) sembollerle belirtilirken, bunun başkaları için zorluk olacağını hayat tecrübesinden görüyoruz.
Aslınca Türkoloji bilimine siyasetin karıştırılması bu bilime olumsuz etki etmektedir. Avrupalı doğu bilimcilerinin araştırmaların altında politika yatmaktadır. Bu bilimle ilgili çalışmaların verimli olması için ortak sisteme geçmesi gerekmektedir. Diğer türlü onunki öyle ise benimki böyle olsun düşünceleri boy gösteriyor ister istemez. Bu psikoloji çok yaygındır ve bunun altında bilimsel araştırmadan daha çok siyasi çatışma vardır. Ancak durum böyle diye kabullenip oturmanın bir faydası yok. Milletin ve onun kültürel mirasını, manevi yönlerini araştırmamak da olmaz, bu görevi üstlendiğinde de Türkoloji’den öteye de gidemiyorsun doğrusu. Amaç Türkoloji alanında doğruları meydana çıkarmak, hepimize ortak uluslararası üne sahip gelenekleri daha da geliştirmektir. Sorunumuz ne kadar büyük olsa da Türkoloji belli bir üne sahip olmayı başarmıştır. Biz, günümüz Türk halklarının aydınları bu gelenekleri yeni bir yola koymalıyız.
Türkoloji’nin teorik araştırmalarına gelince, onların varsayımla bir araya gelmeyeceğini malum. Üstelik sosyal bilimler alanları için lazım olan teorik araştırmaların farklı olması da gayet doğaldır. Türkoloji’nin bir dalı olan dilbilimine ilişkin yapılan çalışmalar bir araya toplanarak yayınlanmıştır (A.N. Kononov. Rusya’da Türk dilinin öğretilme tarihi. Ekim devrimi döneminden önce. 2.baskı. Leningrad, 1982, A.Haydarov, M. Orazov Türkoloji’ye giriş. Almatı, 1992).
Yine de teorik araştırmaların temeli olan bazı meselelere değinmeden geçemeyiz.
1. Türkoloji’yi araştırmanın temeli olarak kabul edilen tipolojik yöntemi sadece dilde değil, edebiyat, folklor, etnografya, felsefe, sanat alanlarında yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu bağlamda genetik (kan bağı) benzerlik, ilişki ve genel tipolojik benzerlikler Türk halkları arasında da, diğer etnik topluluklarla karşılaştırmalı olarak yapılmalıdır. Türk halkları arasındaki ortaklık genetik özelliklerin aynı olduğunu yani aynı kökenden olduklarını, akrabalık bağlarla kanıtlamak yetersiz. Dolayısıyla ortak özelliklerin yapısını incelemek teorik sonuçları güçlendirmektedir. Örneğin, herkes tarafından bilinen “Köroğlu” destanı Türklerin birbirinden ayrılmadan önce oluşmuş olup, daha sonra ayrıldıktan sonra her birinde muhafaza edilmiştir demek zordur. Bunda aradaki ilişkilerin de izlerin anlaşılmaktadır. Özellikle bu destanda yerleşik hayat, şehir kültürünün (pazar, zindan, bağ, bahçe, yüksek duvar, saray vs.) göçebe Kıpçak versiyonunda geçmesi bunu göstermektedir. Yani yerleşik Türklerin kültürü göçebe Türkleri etkilemiştir.
2. Türkoloji alanındaki tipolojik araştırmalar genellikle sadece tarihsel perspektifte yürütüle gelmiştir. Tarihi tipoloji belirli olayların tarihi ve kronolojik açıdan da, etraflıca araştırılması halinde gerekli sonuçların elde edileceği kaçınılmaz. Yapısal özellikler ise Türkoloji’nin dilden başka alanında hiç kullanılmıyor denebilir. Aslında bu yöntem ile her olayın morfolojik sisteminin kapsamlı bir şekilde karşılaştırılmalı modern bilimsel araştırmaları yapılmaktadır. Türk halklarının kültürel ve morfolojik yapısı, yani yapısal sistemini ele alacak olursak şüphesiz değişmez kültürün sembolleri ve belirtilerini görebileceğiz.
3.Teorik çalışmalar dünya haklarının hepsine ortaktır. Ancak belirli teorilerin ortaya çıkması da belirli koşulların veya kültürel (yaşam) faktörlere dayanmaktadır. Nedense Türkoloji alanında bu tür teorik araştırmalar açısından zengin değil. Araştırmalarda belirli teorilerin kullanılması çok yaygındır. Gerçek şu ki; Bir tarafı daha düne kadar soya dayanan toplum, diğer tarafı piyasa ilişkileri içinde olan;
Bir tarafı Tanrıya, diğer yandan İslam veya Hıristiyan dinine inanan; Türk dünyası toplumsal oluşumlarının tüm örneklerini; Kültür tarihi dönemleri, Arkaikten Klasiğe, eskiden yeniye kadarki dönem gelir önünüze. Tüm teorik çalışmalar yapılırken bu yol izlenmelidir.
Böyle yapılmadıkça amaca ulaşmak pek mümkün olmaz.
Örneğin, büyüklük açısından dünyada başka bir eşi olmayan “Manas” destanı sözlü olarak anlatılıyor olması bakımından yazılı destanlardan farklıdır. Aslında başta sözlü olarak anlatılan bazı destanlar sonradan düzenleme yapılarak yazıya döken M.Parri ve A. Lord’un (örneğin “İlyada”, “Odise” destanları) “Teorik Formülünü” kullanmak bizim istediğimiz sonucu vermedi. Çünkü Kırgız destanı öncelikle kalıplaşmış stil kapsamına dâhil değil, diğer yandan binlerce yıldır epik geleneğine dâhil olan ve en yüksek seviyesinde yer alan “Manas” destanını Avrupa’nın Arkaik dönemine çekmek, kibarca söyleyecek olursak yetişkin insana çocuk kıyafeti giydirmiş gibi olur.
Türk topraklarında meydana gelen olayların hepsi Avrupa kültürünün doğasından dolayı meydana gelen teorilere uymuyor. Örneğini göçebe Türklerin yaşam tarzından dolayı meydana gelen sözlü destanların anlatılması, icra edilmesi, mevsimsel ve yerden kaynaklanan şartlar (kalabalık toplum önünde sözlü olarak doğaçlama anlatılması) açısından folklorik ve yazılı edebiyat özelliklerine uygun değildir. Bu özellik Avrupa halklarının edebiyatında olmadığından, onların edebiyat tarihinde yoktur. Genel olarak yaygınlaşan Avrupa teorisinde bu özellik olmadığından sözlü edebiyat, bazen folklorik, bazen de yazılı edebiyata dâhil edilmektedir.
Türkoloji derslerinin pratik meseleleri ve kullanım alanlarının tümünü tespit etmek şimdilik mümkün değil. Çünkü bağımsızlığa kavuşan Türk Cumhuriyetlerinin siyasi, kültürel, bilimsel ve manevi yönlerine ilişkin araştırmaların Türkoloji alanında meydana gelen değişiklikler açısından yapılması da doğaldır. Hem bu araştırmaların devlet tarafından desteklenenleri de sadece paylaşılan bir görüş olarak da kalanları oluyor.
Yine de biz, günümüzdeki Türkoloji alanında çözülmesi gereken meselelere değinmek istiyorum:
1. Şimdiki Türk devletleri ve halklarının Türklük anlayışı ve Türk kültürünü oluşturmaya çalışmak, Pantürkizm adından bir çekinen siyasi korkaklığı ortadan kaldırmak için gerçek soydaşlık ve kardeşliğin tohumlarını ekmek, aslında bunun bir “siyasi ucube” değil, hayati gereklilik olduğuna toplumu inandırmak gerekir. Çünkü evrensel ve dünya standartlarına göre (modern dünyada başka türlü olması mümkün değil) aynı kökten olan halkların birbirini destekleyip, birbiriyle sıkı ilişkiler içinde olmasının eleştirecek hiçbir yanı yoktur, tam tersine dünya ekonomisi ve kültürünün bütünleşme sürecinde aynı kökten olan akraba halkların manevi yönden birbirine yakın olması günümüzde ihtiyaç duyulan bir durumdur.
2. Orta dereceli okullarda Türkoloji’nin hafifletilmiş, anlaşılır programa göre okutulması gerekir. Çünkü insanların tamamının yüksek ve sosyal bilimler üzerine eğitim alması beklenemez. Türk halklarının dil, kültür ve manevi yandan yakınlığı, ortak mirasımız hakkında uzman Türkologlar değil, toplumun da bilgi sahibi olması gerekir. Her insanın kendi köklerini, atalarını, tarihini bilmek istemesi doğaldır, insanların bu tür değerli duygusunu, tarihini bölerek, parçalayarak, geçmiş Türklük tarihimizi bölmek büyük yanlışlık olur.
3. Üniversiteler ve yüksek okulların sosyal bilimler fakültesinde Türkoloji dersinin okutulması gerekir. Geleceğin filologları, tarihçi ve sanat tarihçilerinin Türk halklarının edebiyatı, tarihi, dilleri (karşılaştırmalı grameri, fonetiği vs.) gibi dersleri görmesi halinde mesleklerinin ehli uzmanlar yetişmiş olacaktır.
4. Özel bir program çerçevesinde sosyal bilimler alanında uzman Türkologlar hazırlayan Üniversitelerin eksikliği gün geçtikçe hissedilmektedir. Dünya Türkoloji alanında yapılan başarılı bilimsel çalışmalar olumlu sonuçlar vererek, bu alanın tarihi ve teorisi, güncel meselelere yönelik bilimsel sistem oluşturarak, konusunda uzmanları yetiştirmenin zamanı geldi. Şimdilerde açılan uluslararası üniversitelerde bu mesele henüz çözüm bulmadı. Rusya’da, Almanya’da eğitim alan Türkologların gelenekleri hala devam etmektedir. Bazen kendimize mikro gözle bakmaktansa makro gözle bakmak gerekir. Şimdilerde çok yönlü Türkologların sayısı parmakla sayılacak kadar azdır.
5. Türkoloji alanında eğitim programı ve kitapları yazmak için bir sistem oturtulmamıştır. Şimdilik bu konuyla ilgili eserler şahısların inisiyatifi ile yayınlanmaktadır. Türkoloji alanında organize olmuş kapsamlı çalışmaların eğitim alanındaki çalışmalarla paralel yürütülmesi gerekir. Türk halklarının edebiyat tarihi, dilleri, destanları gibi çok ciltli eserlerle birlikte, orta dereceli okullarla, üniversitelerde okutulacak kitaplar, ayrıca Türk dünyası müziği, mimarı, resim sanatı vs. hakkında kitapların yayınlanacağı zaman geldi de geçiyor. Söz konusu eserlerin yazılması için bireysel yazarlar, yazarlar gruplarının katılacağı ülkelerarası yarışmalar düzenlenmesini eğitim kurumlarının gerekli çalışmaları yapması gerekir.
İşte, günümüz Türkoloji’sindeki bizi rahatsız eden meselelerle ilgili naçizane düşüncemi paylaşmaya çalıştım. Değindiğim meseleler dışında da birçok meselenin olduğunu, bu konularla ilgili farklı yorumların olacağının da farkındayım. Fakat Türkoloji ile ilgili düşüncelerimizi paylaşarak, yenilikler getirmek bizlerin yani şimdiki aydınların görevidir. Biz bu görevimizi yerine getirmeye çalışıyoruz.
Özüne, yüreğine, ellerine, emeğine sağlık.