Şöyle bir düşünün; bir millete tabisiniz ve milletinizin bir dili, bir de alfabesi var. Bu alfabedeki harfler yan yana geliyor ve siz; dilinizdeki sözcükleri bu harflerle yazı alanında ifade ediyorsunuz.
Yani konuştuğunuz dili yazıya geçiriyorsunuz ve konuştuğunuz dili yazıyorsunuz. Sonra da okuyorsunuz.
Üstelik milyon yıl evvelinden değil, on binlerce yıl evvelinden de değil gayet güncel sayılacak bir geçmişten bahsediyoruz. Üstelik şansa bakın ki atalarınızın önceden kullandığı bir başka alfabeye de sahip değilsiniz.
Dilinizi konuşuyorsunuz, yazıyorsunuz ve okuyorsunuz. Çok doğal değil mi?
Fakat Arap camiasına baktığımız zaman son derece tuhaf bir durumla karşı karşıya geliyoruz. Şöyle ki Araplar E-L-M harflerini Kur’an dışında bir yerde gördüklerinde mesela ‘Bu ELEM kelimesidir’ diye açıklama yapabiliyor. Ya da daha başka bir kelime diyebiliyor ama kök sesleri bu olacak şekilde okuyor. Örneğin Elim, Elem gibi.
Fakat aynı harfleri Kur’an’da gördüğü zaman okuyamıyor. Üstelik 'Burada ne yazmış; tüm camiamız olarak biz bundan hiçbir şey anlamıyoruz. Burada bilmiyoruz ki ne diyor?' ifadelerini akademik seviyeden dile getirebiliyor.
Arap ırkından dil uzmanları, din uzmanları, yazı uzmanları toplaşıp bu işin altından kalkamıyor.
Kur’an; milat sonrasındaki zamanlarda altıncı yüzyıl itibariyle vahyedilmeye başlamıştır. Biz yirmi birinci yüzyıldayız. Araplar, on beş yüzyıldan beri alfabe değiştirmedi ve o gün de bu harfleri okuyamadı; bugün de okuyamadı.
Hatta o zamanlar Kur’an ve Hz. Muhammed düşmanları; bu harfleri özellikle sordu. Bunlar da neyin nesi diye inatla sordular fakat bunlar Kur’an’ın sırlarıdır denip konu o zaman itibariyle bugüne kadar bir bakıma kapatıldı. Burada en çok dile getirilen konu ise bugün de altı önemle çizildiği üzere ‘müşriklerin dikkatini çekmek üzere yapılan bir iş ve meydan okuma’ konusudur.
El-Hurufu'l-Mukatta olarak adlandırılan bu harfler; başka bir dilden değildi. Başka bir alfabeden de alınmadı. Ama bir türlü okunamadı.
Hep soruldu ama bir türlü net cevap verilemedi. Mesela bir yoruma göre bu harflerin HER BİRİ tek bir kelime GİBİ yazılmasına rağmen (e-l-m); bu harflerin tek tek okunması; onları TEK TEK isim yapabiliyordu.
Başka bir yoruma göre de bu harflerin bulunduğu kısım, bir ayet olarak sayılamazdı. Bir başkasına göre ise ayrı bir ayet olmalıydı.
Kimine göre bu harfler; kendinden sonra gelen ayetin bir bölümüydü. Yani bir cümle dizisi düşünün ve bu cümle içinden bazı harflerin cümle başına geçtiğini düşünün…
Mesela ben ‘Bugün sahilde dolaşmaya gideceğim. Yanıma da su almayı düşünüyorum.’ diyorum. Ama bunu söylemeden önce başına ‘B-Y-S’ harfleriyle cümleye başlıyorum gibi de anlayabilirsiniz.
Fakat bu harflerle ilgili olarak en baştan bu yana iki ana temel üzerinde görüş vardır. Birinde denir ki ‘Kur’an’ın esrarıdır bu harfler ve bunu sadece Allah bilir. Ayrı bir ilimdir bu, insanoğlu henüz bu ilme vakıf değildir.’ Bir diğer ana görüş ise şöyledir; müteşabih ayettir ve ilimde, bilimde, fikirde ileri gitmiş, derinleşmiş kişiler bir gün bu ayetler üzerinde çalışırsa anlamının ne olduğu mutlaka bir gün bilinecektir.
Mesela bir diğer önemli yorumda da şu ifade vardır: Allah, bu harflerle yemin etmektedir!
Bütün bunlar DİL kriterleri haricinde öne sürülen fikirlerdir. Oysaki dil; nesnel veriler içerir.
Harfleri vardır, yan yana gelen harflerin okunması bir sisteme bağlıdır ve bağlı bulunduğu dile göre okunur.
Okunamıyorsa bir sorun var demektir dil açısından.
Ya ortada alfabe düzgün değildir.
Ya sistem düzgün değildir.
Ya dil düzgün değildir.
Ya da çok daha başka bir şey vardır.
Bu şey ne olabilir?
Tamamen DİL AÇISINDAN bakıldığında; Arap dili ve alfabesi üzerinden detay konuşmaya hiç girmeden şunu söyleyebiliriz: Arapça, iddia edildiği gibi ulvi bir dil değildir.
Arap alfabesi, Uygur Türklerinin alfabesinden alınmadır.
Yemen’de Türkçe yazılı metinler ele geçirilmiştir. Zaten Yemen’in yöneticisine TUBA denildiğini Hz. Muhammed’in halkına aktardığını önceki yazılarımızda yazmıştık.
Tuva kelimesi ile de Türkçenin bölgede bilinen bir dil olduğunu anlatmıştık.
Fakat Araplar ciddi anlamda sosyolojik özellikleri itibariyle sorun teşkil eden niteliklere sahiptir.
Kendini beğenmişlik, kendini övme, başkalarını yerme – hor görme gibi kişilik özellikleri Araplarda eskiden bugüne eksiksiz olarak aktarılmış sosyal kimlik niteliklerinden birkaçıdır. Bütün bunlar ise bu gürühta kendine özgü bir tür KÖRLÜK oluşturmaktadır.
Ancak daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi bölgede TÜRK KÜLTÜRÜ VARDI, TÜRKLER bölgedeki herkes tarafından bilinmekteydi.
Fakat her zaman ve her yerde olduğu gibi ‘TÜRKLER HİÇ YOKTU, hatta mümkünse gökten zembille indi’ muamelesi Batıda tamamen, Doğu’da Çin ve Rusya’da, aşağı kesimlerde ise Araplarda hastalık seviyesinde yürütülen bir siyasettir.
İstedikleri kadar inkâr etsinler.
Artık bu yersiz ve köksüz inkârlara cevap verme tenezzülünde bulunmuyorum.
Şayet cevaplayabilirlerse sorularımız basit: 2 x 2 = 4 eder. Bu kaideye göre 2 x 3 = kaç eder?
Evet, bu net bir sistemdir değil mi? Matematiktir. Yorum değildir.
Dil de böyledir.
Çok nettir. Matematiksel bir sistem içindedir.
Ve soruyorum; E_L_M nedir?
H_M nedir?
Y_S nedir?
Neden okuyamıyorsun Arap?
Aslında bu harfleri Kur’an haricinde nerde görsen okuyorsun ama Kur’an’da neden okuyamıyorsun?
Aynı harfleri Kur’an’da okunamaz kılan nedir ki yoruma gidiyorsun?
Dilin bazı kısımlarının sadece Allah tarafından bilinebilirliğine mi inanalım? Dilin bazı zamanlarda içinden harfler çıkarıp cümle başına geçip yerleştiğine mi inanalım?
Bir gün bir dil mehdisinin çıkıp bu utanç verici durumlardan sizi kurtaracağına kesin olarak iman mı edelim? Dilinizde bilmediğiniz yeri 'Tanrı burada yemin ediyor!' diye açıklamanızı hemen dil kriterleri dahiline mi alalım? Ya da açıklanamaz durumlarınızı 'Biz birilerinin dikkatini çekiyoruz, hava atıyoruz böylelikle!' demenize alkış mı tutalım?
Dilde Harf – Hece – Kelime – Cümle – Paragraf – Metin şeklinde ilerleyen uluslar arası bir sistem vardır. Sende de var. Ama sen yan yana gelmiş bu harfleri Kur’an’da neden okuyamıyorsun?
Çünkü Ön Türkçe bilmiyorsun.
Türkü inkâr ediyorsun ama…
TÜRKü silip atarsan Tanrının sen anlayasın diye, sana yazdırdığı metni bile okuyamazsın. Zaten okuyamıyorsun da!
Ve hiç kimse; Ön Türkçe bilmeden; sağlam bir şekilde bir adım dahi atamaz!
Ayrıca kültürü de anlamanız gerek.
SİSTEMin Türkün öz kültürü olduğunu anlamazsanız, dilin de hangi sistem içinde olduğunu anlayamazsınız.
Kur’an’daki harfleri yedi düvel Arap ve peşinden gelen araştırmacılar, alimler gelse anca bu konuda ipe sapa gelmez yorumlar yapabilir.
Oysaki dil; yorumlanmaz.
Dil konuşulur, yazılır, okunur. Şurada böyle, burada böyle diye bir kaide; genel olarak dil kaidelerine terstir.
Kafaya göre okuma yapılamaz. Alfabe, okuma kriterleri tüm metinlerde aynı şekilde geçerliliğini korur.
Mesela biz Ön Türkçe bilgilerimize göre TA-HA suresinden konuyu kendimizce açıklamaya başlayabiliriz.
Okurlarımız hatırlayacak ki TUVA ile yolculuğumuza Kur’an’da TA-HA suresi ile başlamıştık.
O sebeple aynı sure ile yolumuza devam edelim.
Buyrun; Ta-Ha suresinin ilk 10 ayetini Müslümanlar evlenebilmek için okur. Yani BİR ŞEYE ULAŞMAKLA İLGİLİ bir sure olduğunu biliyorlar. Ama TA-HA nedir diye sorsan; hiçbirisi cevap veremez.
Ne var ilk 10 ayette?
Buyrun; 1 – Ta-Ha.
2 – Biz bu Kur’an’ı sana, zahmet çekesin diye indirmedik. 3 – Saygıyla ürperene bir hatırlatma olsun diye indirdik. 4 – Yeri ve o yüce mi yüce gökleri yaratandan bir vahiy olarak indirdik. 5 – O Rahman, arş üzerine egemenlik kurmuştur. 6 – Göklerde, yerde, onların arasında, toprağın bağrında ne varsa O’nundur. 7 – Sen bu sözü açıkça duyuracaksan da O, gizliyi de bilir; gizliden daha gizliyi de… 8 – Allah’tır O, ilah yok O’ndan başka. En güzel adlar O’nundur. 9 – Ulaştı mı sana Musa’nın haberi? 10 – Hani bir ateş görmüştü de ailesine şöyle demişti: ‘Bekleyin! Gözüme bir ateş ilişti. Olabilir ki, ondan size bir kor parçası getiririm. Yahut onun üzerinde bir kılavuz bulurum.’
Evet, ilk on ayet böyle. Evlilikle ilgili bir ifade yok. Hedefe ulaşmak, amaca varmak ile de ilgili bir durum yok. Peki, Müslümanlara evlenmek istiyorsan, o hiç umamayacağın kadar güzel mutluluğa – emele ulaşmak istiyorsan bu ayetleri okumalısın diye kim, kime, ne zaman fısıldamış olabilir?
Yazının tamamı ve bundan sonraki devamı için bu ilk on ayetten sonraki iki ayet, bizim için önemli. Devam edelim.
11 – Onun yanına geldiğinde kendisine ‘Musa’’ diye seslendik. 12 – ‘Benim ben, senin Rabbin! Hadi pabuçlarını çıkar, sen KUTSAL VADİ’de, TUVA’dasın!’
İlk on ayette bir niyete, bir emele, ulaşılamayacak kadar büyük bir şeye rast gelme durumu yoktur ama ilk on iki ayette vardır.
Musa, ummadığı bir yer ve zamanda bir ATEŞ görmüş ve sıradan bir çözüm olmasını umarak ATEŞE gittiğinde karşısında RABbini bulmuştur. Bu surenin ana konusu budur.
İşte bu konu da bir ERİŞME durumudur.
Ve TA- HA zaten ÖN TÜRKÇEYE göre ‘KAİNATIN TANRISINA ERİŞMEK’ demektir.
Dahası mı?
Tabi ki… Açıklarız, hiç sorun değil.
Fakat bilinmelidir ki; Türk ve kültürü; sadece zaman üstü bir kültür değil; dostlarım, aynı zamanda ilahi imzadır.
Esen kalın