top of page

21. yüzyılı bizimle karşılayan Anadolu toprakları...
Yeryüzünde bir benzeri daha olmayan güzelim yarımada...
Ne güzelliğinin ne rengarenk tarihinin ne de anlaşmazlığının...
Aklıma hep çocukluğumda çok sevdiğim kaleydeskoplar gelir bu renkli mozaiği düşündükçe. Hani göze tutulup çevrildikçe içindeki renkli cam parçalarını, yine içinde bulunan küçük aynalarla yansıtan ve çiçek biçimli, türlü türlü şekiller gösteren çiçek dürbünleri vardır. Aynı şekli bir kez daha göremezsiniz. Anadolu'dan daha zengin ve muhteşem bir tarihe sahip başka bir ülke daha göremeyeceğiniz gibi.
Bınn'daki Federal Almanya Cumhuriyeti Sanat ve Sergi Salonları, 2001 yılının Kasım ayından beri Anadolu'yu, Troya: Düş ve Gerçek sergisiyle ağırladı. 18 Ocak 2002'de de tarihleri boyunca birbirleriyle komşu olmuş iki halkı yan yana getirdi. HİTİTLER: BİN TANRILI HALK sergisi, kendi topraklarından çok uzaklarda, Hititleri Troya ile yeniden buluşturdu. TROYA: DÜŞ ve GERÇEK sergisi 1 Nisan 2002'de sona erdi. 1000 Tanrılı Halk : Hititler sergisinin bir başka önemi de Hititlerin Troya gibi kendi yurtlarından ayrılmaya o kadar da alışık olmamaları. Türkiye'deki çeşitli müzelerden toplanmış 160 eser, ilk kez bu kadar kapsamlı bir sergiyle Avrupa'daki arkeoloji meraklıları için sergilendi. 

Sergi, dini inanışları ve törenlerine ışık tutarak önemli buluntularıyla birlikte Hitit Uygarlığı'nı Avrupalı sanatseverlerin ve tarih meraklılarının ilgisine sunmayı amaçlamış. Uygarlığın devlet ve toplum yapısı, sanat ve kültrü, tarihi geçmişi ile birlikte serginin diğer bölümlerinde görsel bir şölene dönüşmüş. Taş rölyefler, ortostatlar, çeşitli dönemlerden farklı ve etkileyici seramik buluntuları kil tabletler, mühürler, altın objeler farklı bir bakış açısıyla, son derece yalın bir düzenlemeyle sergilenmiş. Kazı alanlarından çekilmiş dev boyutlardaki fotoğraflar Hattuşa (Boğazköy) ve Sarissa (Kuşaklı) antik kentlerinin mimari maketleri ile bir arada, kazı alanlarını neredeyse izleyicilerin ayağına kadar getirmiş. Yazılıkaya Kaya Tapınakları'nın gerçeğe yakın boyutlardaki rölyefleri ise Hitit Uygarlığı'nı sanki yeniden canlandırmış.

GÖRSEL BİLGİLERİ : 
Kapak Sol: Ayakta duran tanrı heykelciği; Doğantepe (Amasya), Hitit Büyük Krallık Dönemi, Bronz. Yükseklik : 21,5 cm
Kapak Sağ: Salyangoz biçiminde rhyton, Kültepe, Karum Kaniş II. İÖ 1925-1825. Boyalı pişmiş toprakç Yükseklik: 15,6 cm
Sayfa ilk görseli : Danseden tanrı heykeli, Boğazköy, Yukarı Şehir, Tapınak 7. Hitit Büyük Krallık Dönemi. Fildişi. Yükseklik : 5,8 cm


Bilim Dünyasının
Hititlerle İlk Karşılaşması


Bilim dünyasının Hititler ile ilk karşılaşması 1887 yılına rastlar. Orta Mısır'daki Tell-ell Amarna'da yapılan kaçak kazılarda, büyük bir tablet arşivine ait ilk belgeler, bu tarihte eski eser pazarlarına sürülmüştü. Bu belgeler, milattan önce on dördüncü yüzyılda Mısır firavunları olan 3. Amenofis, 4. Amenofis ve Tutankamın'un Ön Asya'daki başka devletlerin kralları ile olan diplomatik yazışmalarını içermekteydi. Çiviyazısı ve Babil lehçesi ile yazılmış olan bu tabletlerin birinde, Hitit Kralı Şuppiluliuma firavuna "kardeşim" diye hitapediyor ve kendisini onunla eşdeğer bir hükümdar olarak kabul ediyordu. Bazı belgelerde ise Hititlerin Suriye üzerinde siyasal bir baskı öğesi oldukları ve buraya girdikleri kaydediliyordu. Mısır'ın Yeni İmparatorluk dönemine iat başka mektuplarda ise Mısır - Hitit çatışmalarından söz edilmekteydi. Bütün bunlar, martin Luther'in İncik çevirisinde İbranice Hittim'in karşılığı olarak kullanılan Hititler ya da Het oğullarının, milattan önce ikinci bin yılda büyük bir siyasal göç olarak bütün Ön Asya'da kendilerini kabul ettirdiklerinin kanıtıydı.El-Amarna belgeleri arasında iki mektup daha vardı ki bunlar, o güne kadar bilinmeyen bir dille fakat yine de çiviyazısı ile yazılmışlardı. Bu belgeleri 1902 yılında inceleyen Norveçli bilim adamı J.A. Knudtzon, bu mektupların dilinin bir Hint-Avrupa dili olduğunu dünyaya duyurdu. Pek fazla yandaş bulamayan bu fikrin ortaya atılışından dört yıl sonra Azrawa mektupları denen bu iki belgenin yazıldığı dilde kaleme alınmış olan başka tabletler de ele geçirilmeye başlandı. Ankara'nın 150 km kadar doğusundaki Boğazköy'de H. Winckler tarafından 1906 yılında başlatılan kazılar 1913 yılına kadar sürdü. Winckler ölünce, Alman Şarkiyat Cemiyeti aslında bir Çek bilgini olan B. Hrozny'i İstanbul'a göndererek Boğazköy'den çıkan bu tabletleri incelemesini istedi. Bu sırada patlayan 1. Dünya Savaşı nedeniyle Hrozny, İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki çalışmalarını kısa kesmek zorunda kaldıysa da araştırmalarını olumlu bir yönde geliştirmeyi başararak24 Kasım 1915 tarihinde, Berlin ön Asya Cemiyeti'ne Hitit Sorununun Çözümü konulu bir konferansla, bu belgelerdeki dilin gerçekten bir Hint-Avrupa dili olduğu tezini tekrar ortaya attı. Aynı yılın içinde yayımlanan bir kitapta Hrozny, Eski Yunanca, Latince ve Eski Hintçe ile yaptığı karşılaştırmalarla, birçok Hititçe sözcüğün anlamını saptamayı ve Hitit dilinin ilk gramer kurallarını ortaya koymayı başardı.

 

ULLİKUMMİ'Yİ
Omuzunda Taşıyan Dev

Ullikummi Hitit söylencesinde, Ullikummi'yi omuzunda taşıyan dev, Yunan mitolojisindeki Atlas'tan başkası değildir aslında. 

Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Tanrıları'nda Hititlerle ilgili bir Avrupalı tarihçinin sözlerine yer vermiştir: 

"Hitit etkisi çok yaygındır. Grekler, Hititlerin tanrılarını, dinsel efsane ve törenlerini aldılar. Ama iş bu kadarla da bitmedi. Avrupa'da görülen örgütlenme yeteneği, her şeyden üstün olarak kanuna uymak, kuralları kutsal sayarak bağlı kalmak, birçok belgelerden anlaşıldığı üzere kadınlara büyük saygı göstermek, yani modern Avrupa toplumlarının özelliklerinin hemen hepsinin kaynağını Hititlerde aramalıdır."


Jurgen Seeher de sergi kataloğu için yazdığı makalede şöyle diyor:  

 

"Sergiye günlük yaşamda kullanılan aletler ve seramikler de konuk edildi. Bunların çoğunun kaynağı, Anadolu'nun Hitit öncesi kültürlerinde bulunabilir. Bu nedenle serginin genel kapsamında daha çok, erken dönem Hitit Uygarlığı'nı geniş tuttuk. Yani bildiğimiz Büyük Hitit İmparatorluğu öncesine çok geniş yer verdik. Hititler, birdenbire var olmadılar. Hint-Avrupa dilini konuşan birçok halk, orta Anadolu'ya milattan önce 3. bin ve erken 2. bin yılları arasında yavaş yavaş yerleşmeye başladı. Böylelikle bu topraklarda önemli bir güç haline geldiler. buna göre Hitit Uygarlığı'nın Anadolu'da milattan önce 2. bin başlarında gerçekleşen gelişmelerle, dışarıdan gelen etkilerin ve yerel kültürün bir birleşimi olduğunu söyleyebiliriz. Hititlerin yerel halkla özdeşleştiğini bize hatırlatan iki durum var. Ülkelerine milattan önce 3. bindeki gibi Hatti Ülkesi adını verdiler ve kullandıkları dili Neşa kentinin dili olarak adlandırdılar. Günümüzde Kültepe olarak bilinen NEŞA kenti, uzun yıllar uygarlığın merkezi olarak kaldı. Onlar, bu toprağın çocuklarıydı."
 

1000 TANRILI HALK

HİTİTLER

Anadolu'nun tarihi çok eskidir. Kaniş'ten başlayan Zalpa, Pruşhanda ve Hatti Krallıklarından sonra HİTİTLER, Urartular, Hellenistik dönem krallıklarından Roma'ya kadar uzanan... Ardından Orta Çağ'da Bizans ve sonra Selçuklular; nihayet Osmanlılar. En son da kadim Türkiye Cumhuriyeti Devleti...

KRALLAR:
TANRILARIN TEMSİLCİLERİ

Tanrıların yeryüzündeki temsilcileri olmalarına karşın, Hitit kralları hiçbir şekilde hayatta iken tanrısallaşmamışlardır. Ancak öldüklerinde tanrı olan kralların heykelleri, tanrı varsayılarak kutsanıyor ve bunlara kurbanlar sunuluyordu. Tanrılar gibi kutsanmalarına karşın, krallarla gerçek tanrılar hiçbir zaman eşit tutulmuyor ve tanrılar topluluğu içine sokulmuyordu. Anıtlar üzerinde krallar, genellikle rahip kılıklarıyla betimlenmişlerdi. Bu kılık, başa giyilen takke, ayak bileklerine değin uzanan bir cüppe ve omuzlara alınan, bir kolun üzerinden, diğerinin altından geçerek, ucu vücudun önünde sarkan bir şal ile, eldeki alt ucu kıvrık bir asadan oluşmaktadır. Ayaklarında ise uçları yukarı doğru kalkık ve sivri olan, Anadolu çarıklarına benzer ayakkabılar vardır. (Tuvart.com NOT: Bu ayakkabılar Türk dünyasında bugün de görülmektedir.) 
Kralın ve yakınlarının oturduğu saray, Boğazköy (Hattuşa)daki kente göre daha yüksekte bulunan ve şimdi Büyükkale olarak anılan yerdeydi. Eski Devlet döneminden bize kalan bir metinde, bir sosyal hukuk devleti ideali, kraldan yapılması istenen şu işlerden belli olmaktadır:


Onların eline ekmek ver; hasta olana yardım et; ona ekmek ve su ver. Sıcaktan bunalmışsa onu serine, soğuktan üşümüşse onu sıcağa götür...
Aç olana ekmek, (hastaya) merhem, çıplağa giysi ver!

HATTİ ÜLKESİNİN BİN TANRISI

Bütün Hitit kültürü gibi, Hitit dini de pek çok değişik kökenli öğenin birleşmesinden oluşmuş, karışık bir yapı gösterir. Anadolu'ya sonradan gelen Hint-Avrupalılar, kendilerine özgü kültür öğelerini, orada yaşayan halka zorla kabul ettirmek yoluna sapmamış, aksine bünyelerine uygun gördükleri her şeyi almışlardır. Böylece dinsel görüşleri de ilkelden başlayarak gittikçe karmaşıklaşmış, Eski Hitit dönemine ait metinlerde geçen birkaç tanrıdan oluşan tanrılar topluluğu, imparatorluk döneminde sayı olarak arttığı gibi, tanrıların türleri ve etnik kökenleri çok çeşitli bir durum almıştır. Özellikle yasal krallar ya da Hitit kralı ile eşdeğer tutulan diğer yabancı ülke hükümdarlarıyla yapılan siyasal antlaşmalarda, tarafların koşulları bozmamak için huzurlarında ant içtikleri tanrıların adları uzun listeler halinde sıralanmıştır. Bu kalabalık tanrılar topluluğu Hatti ülkesinin bin tanrısı biçiminde özetlenmiştir. 
Hitit inancına göre tanrılar, insan biçiminde düşünülmektedir. Yalnız biçim olarak değil, her yönüyle tanrılar insana benzetilmiştir; tanrılar da yerler ve içerler; zaman zaman acıkırlar ve hatta geçici süre için de olsa ölürlerdi. Tanrılar, yapılan büyülerden etkilenebilirlerdi; onların da insanlar gibi tutkuları, zayıf ve güçlü yanları vardı. Tanrıların betimleri de doğal olarak insan biçimindeydi. Yontuları onların yerini tutmaktaydı. Bazı durumlarda, tanrıların kutsal hayvanlarının ya da onlara ait eşyaların da tanrıyı temsil ettiği anlaşılır.
Hitit pantheonunun en etkin betimlemeleri, Hitit başkenti Hattuşa (Boğazköy)'nın yaklaşık bir buçuk kilometre kuzey doğusunda yer alan açık hava tapınağı Yazılıkaya'da görülür.63 tanrı ve tanrıçadan oluşan Yazılıkaya dinsel geçidi, genel olarak tanrıçaların başlarında silindirik bir başlık, gövdelerinin üst kesiminde bir tür bluz ve çok pilili uzun etekler, tanrıların ise genel olarak sivri bir külah, dizlerinin üstüne kadar inen beli kuşaklı bir giysi ve uçları sivri pabuçlar taşıdıkları ve ellerinde bir topuz, bazen de kıvrık bir kılıç tuttuklarını gösterir.
Hitit söylencelerinde tanrılara büyük yer verilir ve onların dünya üzerindeki her şeye hükmetme ve değiştirme güçleri çok yalın bir dille anlatılır. Daha sonraları Anadolu'dan geçen çok tanrılı uygarlıkların hemen hepsi, Hitit tanrılarından etkilenmiştir. Ullikummi öyküsü, en bilinen öykülerden biridir: 

" Kumarbi kendisini tahttan indiren Hava Tanrısı Teşup'a kızıyormuş. Ona bir kötülük yapmayı planlamış. Bunun için eline bir asa alıyor. Ayağına rüzgarı pabuç yapıyor. Şehri olan Urkiş'ten ayrılıp SOĞUK GÖL denilen yere geliyor. Orada çok büyük, bir uçtan bir uca uzanan bir kaya görüyor. Kaya ondan gebe kalıyor ve bir çocuk doğuruyor. Kumarbi onun adını Ullikummi (şehrin yıkıcısı) koyuyor. Kumarbi onun göğe gitmesini, tanrı Teşup'u ayağıyla karınca gibi ezmesini, tanrıları gökten kuşlar gibi dağıtmasını söylüyor ve onu Ubelluri adlı, dünyayı üzerinde taşıyan devin omuzlarına koyarak denizde büyümesini istiyor. Öyle de yapıyor. Çocuk bir günde bir metre, bir ayda 250 metre büyüyor. Öyle ki deniz onun ancak beline kadar geliyor. Başı da göğe ulaşıyor. Onu Tanrılar arasında ilk gören Güneş Tanrısı, gidip durumu Hava Tanrısı Teşup'a haber veriyor. Teşup, çok korkuyor ve 70 tanrıyı toplayarak, onu yok etmeye çalışıyor. Fakat başaramıyor. Onun üzerine tanrılar Sümerlilerin Bilgelik Tanrısı olan Ea'ya gidip, onları bu kayadan kurtarması için yakarıyor. O da tanrıların göğü ve yeri birbirinden ayırmak için kullandıkları bir aletle bu kaya çocuğu parçalıyor; böylece Teşup kurtuluyor."

Kaynak : P Dergisi Sayı 24

bottom of page